Şehirleşmiş Yalnızlık

Yakın zamanın en uzak noktasında yok olmanın ne demek olduğunu biliyor musun? Mesela bugün bitmekteyken sen aslında yıllar öncesinde sıkışıp kalmışsındır. İnsan o kadar karmaşık olduğunu düşünüyor ki... Kalbini dinlemeyi göz ardı ederek hem de. Yaşamanın binbir türlü dakikasında boğulduklarını sandıklarında aslında çoktan salise ve saniyeleri yok sayıyor. 

 İnsan varlığını neden bu kadar yok sayar ki? Yok olmak, var olmaktan daha mı manidar? Birkaç avuç toprak altında, kefenlere sarılmış bir vücutta, yaşayamamak daha mı kıymetli? Anlayamıyorum; insan neden cehennemi ister... Neden kalbini atar bir kenara... Birçok soru var aklımda! Birçok çıkmaz sokak. Birçok şehirleşmiş yalnızlıklar, sokaksız düşünceler, kaldırımsız adımlar var aklımda. Koskoca bir kayboluş en derinde!  

 Utanmadan kaybolmak nedir anlatamam. Kaybolmuşluğun ezberi; bütün bilinenleri nasıl bozar anlatamam. Aynı sokaktan defalarca kez geçerken, her defasında aynı yerliyle göz göze gelmenin verdiği utancı anlatamam. 

 Bir hanımeli açıyorsa bahçende şanslısın. Yalnız bir yüreğe, vefasız çocuklara, hatır bilmez dostlara, kahvelerin hatrına gelmeyen kırk yıllara sahip olsan dahi şanslısın. Bahçende bir yavru kedi varsa şanslısın. Uğradığın o tanıdık haksızlıklara rağmen şanslısın. Başın secdede iken gözlerini kapattığında hissedebiliyorsan vahdet-i vücudunu; doluyorsa kalbine Tanrı’ya olan aşk ve de çevreliyorsa bu aşkı hanımelleri kokusu; bir yavru kedi ateşin yamacına oturup bekliyorsa seni çıtırdayan seslerin ninnileriyle... Şanslısın. Şanslısın ve kaybolmuşluktasın.