Velhasıl Kelâm

Nadide ve de güzel hayat,

  Bana sunduklarına müteşekkirim. Fakat sunacakların için alacaklarına daha fazla tebaa gösterebileceğimi sanmıyorum. Benim bir amacım var mı seni yaşarken bundan da emin olamıyorum açıkçası. Emin olmak isteyip istemediğim de bir hayli merak konusu.

  Bir köşede yaşlı bir adam İsmet ÖZEL’in satırlarındaki gibi veda ederken, Safvet NEZİHİ gibi seni yaşamak bir hayli yoruyor beni. Bu yüzden benim penceremden yaşayabildikçe yaşayacağım seni. Nasıl mı?

  Haksızlıklarına rağmen, susmayarak mesela. Malumun ki konuşmayı bir hayli severim. Uzun cümleler sendeki farkındalığımı daha da lanse edebiliyor velhasıl. Kısa cümlelerin özüne olan hayranlığımı da bir kenara atamam. İsmet ÖZEL ne de güzel dizelemiş oysa ki;

“ Ağlamadan

Dillerim dolaşmadan

Yumruğum çözülmeden gecenin

karşısında

Şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı

Üzerime yüreğimden başka muska takmadan

Konuşmak istiyorum.”

  Doğru, adalet var bu dünyada. Ne hâcet varlığıma? Ama benim denk geldiğim her nedense az sayıda. Sanırım senin çarklarındaki adalet kavramı “Kim için?” değil de “Kime niyaz?” kavramına göre şekillendirilmiş vaziyette. Adalet kâğıtta yazıyor da kâğıt parçasına biat etmesi gerekir mi bilemiyorum sevgili dostum.

  Ayakta kalarak! Her çıkardığın zorluğa inatla boyun eğmeyerek. Düşür düşürebildiğin kadar, elimden tutan olmasa da kalkmak için bütün hazinemi kullanarak… Unutma ki insanlar ilk önce sürünüyorlardı, sonra emeklediler, sonra yürüdüler ve koşmaya başladılar. En sonunda da bir yar arar oldular. Fakat yar ile yâr kavramlarını karıştırdılar. İnsan zihni sonuçta sunduğun tüm denklemleri sorgulamadan alabilme yeteneğine de sahip. Bu zorluklarına boyun eğmeyeceğim ama haberin olsun. Bir yanlış olmasın sevgili dostum, amacım koşmak değil; ayağa kalktığımda üzerine yürüyebilecek kadar güçlü olmak. Bir başkasını ezmek için değil, elbette ki! Seninle baş edebilmek tek niyetim. Sarsılmamak da değil, sarsıldıkça yere basan gücümün kıymetini bilmek. Senin kıymetini bilmediklerinin aksine.

  Büyüyerek! Büyümek ne yazık ki senin bizlere oynadığın en güzel labirent oyunlarından biri. Bu konuda zekâna olan hayranlığımı gizlemeden edemeyeceğim. Bir de o kadar oyununu görememişken henüz… Yaratan daha nice beterinden sakınsın, saklasın bizi. Oysaki hiç istemem senin bu oyununda biat edilen olmayı! Bu konudaki düşüncelerim ne yazık ki namütenahi bir girifte sahip, sevgili dostum; Büyümek istemiyorum, büyüdükçe kuklan olmak istemiyorum, aşağılamalarına, azarlarına, kovmalarına, ön yargılarına, es kazalarına, rastgelelerine, yok saymalarına, nabzımı durdurmaya kâfi olan yokluğumu hissettirdiğin anlara da maruz kalmak istemiyorum açıkçası. Senin anlayacağın sevgili dostum, çocuk kalarak silinmemek için büyüyerek zevahiri toplayacağım. Eh bu da benim için ehvenişer bir vaziyet. Ne kadar da canhıraş bir mahiyet değil mi? Balonunu kaybeden bir çocuk, uçurtması için munis gökyüzüne fevkalbeşer ve de aynı zamanda lafügüzaf bir cesaret ile savaş ilân ediyor! Ne de pestenkerani ama!

  Sanırım son satırlarına biran evvel gelmek ve sunduğun bu hayat ile savaşmaya devam etmem gerekiyor. Benim sana kullanabileceğim son hamlem: sevmek. Sevmek dostum, ağacı, insanı, doğayı senden kaçarcasına. Hem de efsunkâr bir şekilde! Bunu hak etmiyor mu sence de? Etrafında o kadar tufeylî olmasına rağmen, servetinin ve hatta servetlerinin son kırıntıları dahi kemâl-i afiyetle yeniyorken, hala dahası bize sıkıca sarılanlara sevginin hediye edilmesi hak değil midir? Doğru, adalet kavramın, insaf kavramın kadar giriftti…

  Son satırlarımı İsmet Özel’in bir şiirlerinden birinde dizelenmiş ve de gizlenmiş birkaç manâ bitirmek istiyorum, sana sevgili dostum, sana;      "Bir hayatı, ısmarlama bir hayatı bırakıyorum” bir veda misali. “Burada bitti işim artık,ocağım yok.” Çünkü sevgili dostum, inansan da inanmasan da seninle baş edebilmek adına, “Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.”