Dağınık

Derin bir nefes sonrası dağınıklığın manasını açayım. Dağınıklık, cümlelerin savruklaşması, bir nevi hiçilik ve kayboluş,manasızlaşma... Belki de daldan dala atlayacağım bir iç senfonisi olacak bu yazı. Kimse için değil, sadece kendim için. Kendime. İki yüzlülüğümü döküşüm olur belki de ne bileyim işte. Öyle yaşamak derin bir iç çekiş. Bilmiyorum manasız. Önemi kalmadı hiç bir şeyin. Biri mi ölmüş, n'olmuş, hava mı bozulmuş? Yapabileceğim bir şey yok. Hiç kimseye ve hiç bir şeye. Sadece izleyici konumundayım. Bundan memnun muyum, bilmiyorum. Aslında hiç bir şeyden emin değilim: varlığımdan, yaşamdan, dünyadan. Hepsi karmaşık bir çizgi yığını gibi. 3 yaşındaki çocukların resimlerinden. Bunun sorumlusu kimse değil. Bu daha da tuhaflaştırıyor. Her şey bulanık. Geçici bir amaç yığını var elimde. Hissetmek ve yaşamak istediğim önemsiz nice birikinti. Duruyor öyle ve sadece bakıyorum. Uğraşıyorum belki bir şeyler elde ederim diye. Yok ama  olmayacağının farkındayım . Daha 18 yaşındayım ve hayata baktığımda gerisinin böyle süregeleceğinin farkındayım. Böyle olmasını istemiyorum ama biliyorum, öyle olacak. Çoğu insanın henüz anlayamadığı o gerçekliklerle başbaşayım. Herkes hafifliğini sergilerken, ağırlığın getirdiği dibe batışı görüyorum. Kimsenin suçu yok. Bu bir tercih ediş değildi, bu bir olagelmişlik değildi. Sadece buydu işte. Öyle, derinlere inecek bir hadise değil. Sadece göründüğü gibi dümdüz. Düz; patikasız yol, 180 derecelik o çizgi. Hayır herkesin dilindeki o hissizlik zırvası değil bu, anlıyor musunuz? Bir karıncanın ezilirken çektiği acıdan tutun, bir annenin evlat doğuruşunun sevincini hissediyorum zira. Çoğu zaman karışıyor, düşünceler akan ırmaklar gibi dağılıyor. Hisler karla karışık yağmur gibi zırvalıyor. Manasızlaşıyor, evrenin varlığı. Önemsizleşyor insanlar, saçma sapan davranışları. Sadece karmakarışık bütünler yığını. Hani Comte gibi bir düzen arayışı içerisinde değilim. Düzen, sıralı yaşamlar biçimi. Bilmiyorum, nasıl söylesem boş. Image title

Öte yandan bir sevda var, beynimin uyuşukluğu var, ölüm var. Acıyasınız diye anlatmıyorum, bu acınasılık değil. Bu koskocaman bir farkındalık. Bir çatıdan atsam kendini düşeceğim 10 saniye, sanki uzay boşluğundaki o kalakalış gibi hissettiriyor. Öylece sonsuza dek, hareketsiz uçsuz bucaksız kalakalış. Onun mükemmelliğini düşünüyorum bazı bazı. Ölümün getirdiği kurtuluş olmayacak bunun bilinci daha da köşeye kıstırıyor. Bağlısınız ve iplerin daha da sıkılaşmaış oluyor. Sevmiyorum bunu işte bu hali. Nefret ediyorum, yaşamayı dibine kadar zevkle içen biriyken gelen bu farkındalığın altında ezilmekten. Nefret ediyorum, kaçış noktalarının düğümlü olmasından. Sığındığım o okyanusun birden fırtınaya dönüşmesinden, umutsuzluğa düşmüş  insanlara umut vermekten. Diyemiyorum, yok lan umut, umut yok diyemiyorum, Yok işte. Neyi neden ne için umut ediyorsun? Kendi umutsuzluğumu açık seçik yaşarken saçma salakça insanlara umut vermekten hoşlanmıyorum. Çaresizlikleri, kendimi daha da çaresizleştiriyor. Kimsenin benle uğraşmasını da istemiyorum. Uğraşmazlar da, uğraşsalar dahi bir şey de yapamazlar. Kim ne yapabilir? Kendim kalktım her seferinde, kendimi kendim kurtardım Allah'ın yardımıyla. Bu sefer kalkamıyorum, kalkmak da istemiyorum. Öylece sırtımı toprağa vermişken, gökyüzünü seyrederken beynimin tek seferli yolculuğa çıkmasını istiyorum. Kalbimin son kez çatlamasıı istiyorum, sonsuza kadar kalpsizliği diliyorum. Ayaklarımın kollarımın ağrılarının son bulmasını istiyorum. Sevgiyi, acıyı, nefreti son kez yaşamayı istiyorum. Onu son kez sevmek istiyorum, son kez merak edeyim diyorum. Anneme son kez sarılmak istiyorum. Babamı son kez özlemek istiyorum. Bilmiyorum, sadece özür dilerim kendimden, her şeyden, herkesten, Diliyorum farkındalığı yaşamazsınız, o nefret duyduğum hafifliğinizi taşınırsınız ömrünüz boyunca.