İçimdeki korku alevi, gördüğüm dehşet verici şey karşısında iyice körüklenmişti. Elimdeki feneri bir kez daha havaya doğru kaldırdım. Fenerin ışığında cansız bir beden sallanıyordu. Bugün kapıda gördüğüm peltek adamın cesedi şuan karşımda cansız bir şekilde duruyordu. Boynundan bir ip geçirilmişti. Elleri arkasında bağlanmış, ayakları ise aşağıya doğru sallanmıştı. Ayın ışığı kadavranın bembeyaz olmuş yüzünü daha da ürkütücü hale getirmişti. Muhtemelen asılarak öldürülmüştü.
Ama bunu ona kim yapmıştı? Bu adamı neden asmıştı? Hem de benim bahçemde ne işi vardı? Birde şunu fark etmiştim; bu evi neden hemen sahiplenmiştim ki? Neden böylesine bir olay benim başıma gelmişti?
Hemen şerife haber vermem gerekiyordu. Ona nasıl ulaşmalıydım hiç bilmiyordum. En iyisi yan evdeki insanlara bildirmekti. Buz gibi soğuk havada dışarıda durmak ölüm gibiydi. Titreyen bedenim soğuya alışmaya çalışırken uykum dağılmıştı. Ellerim soğuğun etkisiyle buz kesilmişti. Eklem yerlerimi hissetmiyordum bile.
Dolunayın verdiği enerji bedenimde dolanırken yan evin bahçesinde durduğumu fark ettim. Evin ışıkları yanıyordu. İçeride birileri olmalıydı. Mutlu bir aile, ya da aksi bir ihtiyar evi de olabilirdi. Kapının önüne geldiğimde donmuş elimle kapıya iki kere vurdum. Hafif geri çekilerek kapının açılmasını beklemeye başladım.
İçeride herhangi bir hareketlenme göremedim. Bir daha yaklaştım ve bu kez daha sert vurdum. Kapının hemen yanında küçük bir pencere vardı. Ellerimle camdaki buğuyu sildim. Yüzümü cama dayayarak içeriye bakmaya çalıştım. Ama cam perdeyle örtülmüştü. Görmemi engelliyordu.
Yağmur tekrardan yağmaya başlamıştı. Gece pek hayal ettiğim gibi geçmiyordu. Yanan şömine boş evi ısıtırken ben buz gibi bir havada korku içinde geziniyordum. Bundan daha kötüsü bir ceset görmüştüm. Yağmur tekrar şiddetlenmeden merkeze gidip şerifi bulmalıydım. Yan bahçemde ceset varken uyuyamazdım.
Merkezin ne kadar uzaklıkta olduğunu bilmiyordum. Arabayla geldiğimden dolayı yolu pek umursamamıştım. Sessiz ve soğuk yolda yürümeye başladım. Karanlık ışıkları bastırırken yağmur şiddetini her geçen dakika biraz daha arttırıyordu. Bir an önce merkeze varmalıydım. Yoksa soğuktan donup ölebilirdim. Ayağımdaki ve elimdeki parmaklarımı hissetmiyordum. Nefes almaktan boğazım donmuştu. Hızlı yürümeye başladım. Saatin kaç olduğunu bile bilmiyordum. Ama ne olursa olsun şerifi bulmalıydım.
Merkeze geldiğimde ortalıkta kimse yoktu. Sabah gözlerimi açtığım hastaneye baktım. Küçük ve bakımsız görünen hastane boş görünüyordu. Şerifin binası hemen karşısında duruyordu. Fıskiyenin etrafından dolaştım ve binanın önünde durdum. Bina iki katlıydı. İkinci katında bir ışık yansıması gördüm. Perdeye yansıyan insan silueti sürekli elini kaldırıp indiriyordu. Şerif Parker’dır diye içeriye doğru yöneldim. Giriş oldukça karanlıktı. Koridorun sonunda dışarıdan giren ışık huzmesi sayesinde bir merdiven olduğunu gördüm. Merdivene yaklaştıkça içimde biraz korku oluşmuştu.
Olacakları kafamda kurgularken birden merdivende hareketlenme gördüm. Birisi telaşlı bir şekilde merdivenlerden iniyordu. Beni görmüş olmalıydı ki, bana doğru gelmeye başladı. Koridorun ortasında durup geleni bekledim. Kafasındaki şapka şerifin taktığıyla aynıydı. Gelen şerif olmalıydı. Adam biraz daha yaklaştığında Şerif Parker olduğunu gördüm. Beni görünce gergin yüzü birden değişti. Hafifçe gülümsedi ve elini kemerine taktı.
“Buyurun bayım ne oldu?”
Şerifin sivri çenesi sürekli oynuyordu. Ağzında çiklet olduğunu fark ettim. Sarı renkli top sakalı sürekli sallanıyordu. Derin bir nefes aldım.
“Şerif Parker size tuhaf gelebilir ama yan bahçemde direğe asılı bir ceset var.”
Şerif birden kaşlarını çattı. Mavi gözleri karanlıkta bile belli oluyordu. Elini çenesine götürdü ve bir müddet ovdu. Birden giriş kapısına doğru yürümeye başladı. Bir yandan da yüksek sesle bir şeyler söylüyordu:
“Gidelim bakalım şu ceset torbasına.”
Bunu derken sesinde herhangi bir duygu yoktu. Haber karşısında oldukça sakindi. Kapıya doğru yürüyen Şerifi takip etmeye başladım.
Şerif elindeki feneri sürekli bahçede gezdirip duruyordu. Bende bir köşeye çekilmiş şerifi izliyordum. Çenesini yayarak çiğnediği çikleti bir köşeye fırlatarak kadavraya yaklaştı. Etrafa baktığımda kimseyi göremedim. Etraf yine tuhaf bir biçimde sakindi.
Şerifin bana doğru geldiğini gördüm. Yanıma gelince durdu ve direğe doğru döndü.
“Bunu ne zaman buldunuz?”
Saate en son baktığımda ondu. Benim cesedi bulmam da o zamanlar olmalıydı. Göğsümde bağladığım kollarımı çözdüm.
“Saat on civarıydı.”
Şerif kalın montundan küçük bir defter çıkardı ve bir şeyler yazmaya başladı. Defteri bir müddet karaladıktan sonra cebine koydu ve oldukça sakin bir ses tonuyla bir şeyler söylemeye başladı:
“Biz bunu araştıracağız bayım. Artık siz evinize girip rahat bir uyku çekebilirsiniz.”
Rahat bir uykumu çekeyim? Lanet olasıca bir ceset yan bahçemde asılıyken nasıl uyuyabilirdim. Bunu benden nasıl bekleyebilirdi. Merak ettiğim bazı şeyler vardı.
“Bunu kim yapmış olabilir şerif?”
Şerif derin bir nefes alarak etrafa bakındı.
“Şuanda bir şey söyleyemem bayım. Ama şunu söyleyebilirim; dışarıda fazla durmayın. Dışarısı fazla tekinsiz ve sessiz.”
Gece zaten oldukça gergin geçiyordu. Daha ne olabilirdi ki. Eve girmeden önce şerifin gitmesini beklemek istedim. Şerif arabasına doğru giderken bende eve doğru yöneldim. Arkadan şerifin sesini duydum. Döndüğümde elini montunun cebine sokmuş mavi gözlerini bana dikmişti.
“İsterseniz buraya yardımcım Addy’yi göndereyim. Evinizin önünde beklesin.”
Ne olabilirdi ki? Adamı boşuna böylesi dondurucu bir soğukta bekletmek içime pek sinmedi.
“Daha ne olabilir ki gerek yok. Bir şey olmaz, korkmam ben.”
Şerifin dudağında hafif bir gülümseme gördüm. Bu gülümseme bana pekte samimi gelmedi. Soğuk bir sesle mırıldandığını duydum.
“Sessizlik herkesi korkutur, bayım.”
Bu yazıya 2 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre