Yine Bir Eylül, Yine Bir Ayrılık...

Gitmelere alışmaya çalışmak kolay değilmiş, şu günlerde tecrübe ederek öğreniyorum. Kaç zamandır uyuyorum, kaç gün döndü bilmiyorum. Bir uyuyorum, bir uyanıyorum; ne oluyor böyle? Aslında çok uzun zamandır bildiğim bir şeyi yaşamak mıydı zor olan? Yoksa paşa paşa kabullenmek durumunda olduğum şeyi kabul etmemeye çalışmak mı?

Çocukluktan yeni çıkıyorduk tanıştığımızda… Öyle iki günlük arkadaşlığı “kardeşim” diye dillendirenlerden olmadık hiç. Kardeş olduk ve dillendirmek ile kalmadık; yaşadık kardeşliği… Okuldan kaçışlarımız da vardı birlikte, internet kafelerde saatlerimizi harcamalarımız da… Ufak bir şakaya alet bulmak için İstanbul’un diğer ucuna gidişimiz de vardı, teknolojiye olan merakımızdan dolayı hiç bilmediğimiz yerlere gidişimiz de… Birlikte çok geceleri sabah ettik, çok gündüzleri aşındırdık heyecanımızla... Dedim ya, çocukluktan yeni çıkıyorduk işte…

Dershaneler, yurtlar ve internet kafe üçgeninde geçirdiğimiz güzel günlerdi o günler… Gece yarısı çiğköfte alacağız diye yurttan çıkıp neler yapmıştık neler! Nereye serdiysek kendimizi, orası bizim için piknik yeri oldu. Florya kayalıklarında ekmek arası ile iftar da yaptık, Belgrad ormanlarında mangal da. Şöyle bir bakıyorum da, deli dolu dört sene yaşadık lise hayatımızda… Kaç kişiydik? Kaç kişi kaldık?

Üniversite zamanları, durulur mu acaba insan? Hayır. Biz de duramadık çünkü yerimizde, İstanbul’un diğer ucundan kalkıp azıcık canım sıkkın diye yanıma geldiğin günü hatırladıkça yine canımı sıkasım geliyor; belki dünyanın öbür ucundan kalkıp gelirsin diye…

İkimiz de aynı şeyi yaptık ve bıraktık üniversitelerimizi, neden diye sorsalar cevap bile veremeyeceğiz belki de… Yeni şehirler, yeni üniversiteler, yeni çevre, yeni arkadaşlıklar. Korktum, diğer insanlar kardeşliğimizi etkiler diye. Bir zaman gözümü Bolu’da açtım, bir zaman gözümü açtığımda Sakarya’da yanımdaydın. Vakitler su gibi akıp giderken, şehirlerarasında akıyorduk biz de. Ne olursa olsun, kardeşlik bu sonuçta. Bolu’da ezana saniyeler kala sahurlar, farklı farklı sofralarda iftarlar, çay evinde demlenmeler, göl kenarında kendinden geçmeler…

Ara sıra hayat, gözünün önünden film şeridi gibi geçiyor işte insanın. Yine bir Eylül, yine bir ayrılık… Kutlu bir vazifeye doğru yola çıkan adanmış bir hayat. Geride kalan bir kardeş, elinden ne gelir? Hep dedim, hep diyeceğim; sabır. Vazife kutlu olduktan sonra, elden ne gelir? Hep dedim, hep diyeceğim; dua. Soğuk memlekettir orası, sıkı giyin; haydi kal sağlıcakla.

"Abdullah Pehlivan'a ithafen..."