Yalnızlık

Yalnızlık… Yalnızlığı yaşamak veyahut yalnız yaşamak güçlülüğe mi denk geliyordu, cesaret miydi bunun adı? Doğru; yalnız yaşıyorum, içinde kim birisiyle birlikte olabilir ki, kim içimden şunu yapmak geçiyor yerine, içimden şunu yapmamız geçiyor der ki? İç sesini tek kendisi duymaz mı insan? Bu değil midir işte yalnız olmak? Ya hayattaki yalnızlık? Yalnızlık, ömür boyu... Doğduğunda annen vardır yanında. Ya öldüğünde? Okula giderken arkadaşların vardır yanında, ya mezun olduktan sonra? İşe başladığında patronun vardır ama işten kovulduğunda değil. Küçük kızın vardır yanında ona hayat verdiğinde ama büyüyüp kendi hayatını kurunca o da gider. Evet, bir limansın sen, bir limanız hepimiz, gelip gidene, yorulana, birkaç günü, birkaç seneyi geçirmek isteyene bir sığınak lakin sana yapışık bir halde, ikizin bile olsa kimse geçiremez ömrünü  değil mi? Hayat aslında yalnızlığın ta kendisi… Peki o zaman niçin korkuyoruz yalnızlıktan, ya da bazılarımız niçin yeter artık yalnız kalmak istiyorum diye isyan ediyor? Belki de yalnızlık nedir hiç düşünmediğindendir. Biri girer hayatına bir gün, hep de beklenmedik bir anda girer o birileri. Hayatın anlamını bulduğunu düşünürsün, artık yalnız olmayacağını düşünürsün fakat yanılırsın. Yine yalnızsındır. Hayır demek istediğim yalnızlığını paylaşman değil, yalnızlık paylaşılmaz ki, paylaşılırsa yalnızlık olmaz. Sadece yalnızlığına tanık olabilir o veyahut onlar. Aşk, o sihirli kelime, bir orduyla veyahut bir arkadaşla, dostla birlikte yaşanmaz ki. Kendin yaşarsın onu, hem de yüreğinin senin bile bilmediğin derinliklerinde. Sevdiğin, sana onu yaşatan bile yanında değildir sen Aşk’ı yaşarken. Nasıl olsun yanında? O yanında olursa Aşk olmaz ki bu. Ey Leyla, Ey Mecnun, Romeo, Juliet! Aşk’ta kavuşma olsa siz niçin ayrısınız, niçin yalnızsınız, sevgiliden uzak?