Yat, Sürün

Önceki günün sızısı hala baldırlarında duruyordu. Yine sabahın köründe arka bahçeye gelmiş, Cemili bekliyordu. Günün sürprizi ne olacak diye beklerken aklına ulu orta sap gibi durduğu geldi. Arkasında kalan köşedeki sundurmaya sinip, orada beklemeye başladı. Zaman Cemil yokken çabuk geçiyordu. Etraf alabildiğine sessizdi. Böyle bir kentte bile sabahın dinginliği insana huzur verebiliyordu.

Gelişinin üzerinden iki saat geçmiş ama Cemil daha ortalıkta yoktu. Meraklanmaya başladı. Cemili aramak için telefonuna davrandı ama sonradan akıl edebildi. Cemilin numarası Metehan’da yoktu. Cemilin kendisine oyun oynadığını düşündü. İşine bu kadar bağlı ve dakik bir adamın bu kadar geç kalması olası değildi.

Sığındığı köşeden kendini belli etmeyecek şekilde dışarıyı gözlemeye başladı. Bahçenin karşısındaki azman kulübesinin önünde yatmış, yalanıyordu ve bağlı da değildi. Demek ki o tarafta olamazdı. Yan tarafları göremiyordu. Düşündü. Belindeki bıçak çelik kaplamaydı ve neredeyse bir ayna kadar berraktı. Yavaşça sundurmadan dışarı çıkarttı bıçağının ucunu. Dikkatlice, peyderpey etrafı kolaçan ediyordu. Birden gözüne daha önce orda olmadığına emin olduğu çalılık takıldı. Emindi çünkü ilk gün bindiği helikopter oradan kalkmıştı. Demek ki o bölge helikopterler için iniş kalkışa uygundu. Mantıken orada bu çalının bulunmaması lazımdı.

Her gün tam teçhizatla gelmesi gerektiğinden çantasını kontrol etti. Yemekhaneden aşırdığı dilim pastırmayı eline alınca artık bir plan sahibiydi. Azmanı ıslıkla çağırdı. Köpek bir anda dikildi ve ok gibi fırladı yerinden. Ardından toz kaldıracak kadar hızlı koşuyordu. Yaklaştığında elinde tuttuğu pastırmadan bir dilim önüne attı. Et parçasının yok oluşu saniye sürmemişti. Köpeğin gözleri Metehan’ı izlemeyi bırakmış, elindeki pastırma dilimlerine adeta kilitlenmişti. Metehan yavaşça yerinden doğruldu ve büyük bir çeviklikle elindeki eti azmana göstererek çalılığın olduğu yere attı.

Et çalılığın hemen önüne düşmüştü. Azman pastırmaya adeta büyülenmişti. Metehan’ı unutup çalılığa doğru koşmaya başladı. Metehan neler olacağını çok merak ediyordu. Azman çalılığın önüne geldiğinde durdu ve ete sakin adımlarla yaklaştı. Bir güzel mideye indirip bahçenin uzak köşesindeki yerine ağır ağır yürüyerek çekilmeye başladı. Hiçbir şey Metehan’ın beklediği gibi gitmemişti. Bu adam gerçekten geç kaldı galiba diye düşündü.

“Aferin lan sana. Gözüme giriyorsun.”

Ses Cemil’indi ama uzaktan değil içine sığındığı sundurmanın üstünden geliyordu. Cemil, Metehan’dan çok önce gelmiş, saklanmış ve onu izlemeye başlamıştı. Metehan sundurmadan dışarı çıktı ve Cemil’e doğru yükseldi.

“Ağabey yemin ediyorum hasta ruhlusun. Meraktan öldüm başına bir şey geldi diye.”

Cemil kahkahalar atarak konuşmaya başladı.

“Ondan mı azmanı üstüme saldın? Ama bak takdir ediyorum seni bıçağı herkes akıl edemez. Şimdi gelelim bugünkü dersimize. Çantanı al sırtına bakalım.”

Metehan yine koşturacak diye düşündü. Bu sefer kendini yormayacak, enerjisini boşa harcamayacaktı. Sakin sakin yirmi bin adımını bitirip odasına gidip yatacaktı. En azından fikren hazırdı.

Cemil sundurmanın üzerinden onca saatin verdiği uyuşmuşluk hissiyle hafifçe doğrulup aşağı indi. Metehan’ın yanına gelip elini omzuna koydu.

“Yat bakalım. Azmana kadar sürüneceksin, sonra buraya geri gel.”

Cemil biraz önceki kurnazlığın adeta hesabını soruyordu. Metehan ikiletmeden yattı. Topuklarıyla kendini ittirirken dirsekleriyle de öne çekiyordu vücudunu. Cemili sevmeye başladığını düşündü. O da kendisi gibiydi. Çoğu zaman sessizdi ama kararlıydı. Otorite olarak kendisini kabul ettirmeyi başarmıştı. Bu gerçekten çalıştığı teşkilatta zor bir şeydi. Cemilden öğrenecek çok şeyi olduğunu anladı.

Cemil cebinden çıkarttığı bir not kâğıdına telefonunu yazdı ve ayağının dibindeki taşın altına sıkıştırdı.

Metehan’ın yanına giderek eğildi ve naif bir ses tonuyla;

“Numaramı almamıştın genç. Yazdım taşın altına bıraktım. Birbirimizden her zaman haberimiz olsun. Unutma artık can yoldaşıyız.” dedi.

Bu gün de sürünerek geçecekti. Cemil’in ardına bile bakmadan gidişinden belliydi.