Yatak, Yorgan, Yastık

İlk üç günlük faciadan sonra iki gün izin alıp dinlenmeye çekildi. Sadece yemek yemek için odadan çıkıyor. Kan oturan ayaklarını olabildiğince az yoruyordu. Maraton koşucuları bile bu kadar eziyet çektirmiyordu ayaklarına. Ovalamaktan artık elleri de körelmek üzereydi. Oda servisinden bir yastık daha istedi. Ayaklarının altına koyacaktı. Babası bu şekilde dinlendirirdi nasırlı ayaklarını her tarladan gelişinde.

Babasını hatırladı dört gündür aramamış, konuşmamıştı. Telefonunu eline aldı. Rehberden numarayı buldu. Yeşil tuşa bastı. O kısa zaman aralığında elli yalan uydurup başucuna koydu. Babası Mehmet telefonu açtığına ağız dolusu küfürler savurdu.

-Sesine mi hasret bırakacaksın lan? Sen nerelerdesin? Neden aramadın hiç? Diye serzenişte bulundu.

Telefonu kaybettiğini, yeni bir tane aldığını ancak arayabildiğini, iyi olduğunu ve yerleştiğini söyledi. Korkulacak bir şey olmadığını tekrarladı, bu sırada annesi İnci’nin dualarını arka taraftan duyuyordu. Sesini duyduklarına bile milyonlarca kez şükrediyordu kadın. Konuşacak; daha doğrusu konuşabilecek pek bir şey yoktu. Kısa bir zaman sonra kapattı telefonu.

Yatağına baktı. Sevgilisi gibi duruyordu yastığı. Usulca sokuldu yorgana ve sarıldı ona. Derin bir uyku onu bekliyordu. Şükretti. Teşekkür etti. Gözlerini kapattı.

Çok geçmemişti ki kapılar vurulmaya başladı. Sersemlemiş vaziyette gitti kapıya. Görevli kat koridorunda bağırıyordu.

“Camlardan uzak durun! Koridorda bekleyin! Şüpheli paket var patlatacaklar!”

Koridorun köşesinde beklemeye başladı. Ne yapacaklarsa yapsınlar da yatsak artık diye düşünüyordu. Hiç beklemediği bir anda yüksek perdeden tok bir patlama sesi duydu. Korktu. Çok korktu. Bu nasıl bir şeydi? Yanında olsa kesin bayrağa sarmaya başlamışlardı diye geçirdi aklından.

Görevli tekrar belirdi kat koridorunda.

“Geçti tamam yok bir şey. Normale dönün” dedi ve gitti.

Normale dönün ne demekti burada? Geldi geleli hiçbir şey normal değildi ki. Odanın kapısını açtı. Yerdeki cam kırıklarını gördü. Söverek telefonu eline aldı ve “0” a bastı. Resepsiyon görevlisine patlamada odasının camının kırıldığını söyledi, hava sıcaktı, bu şekilde yatardı ama cam kırıklarının temizlenmesi gerekiyordu.

Resepsiyon görevlisi polis memuru alaycı bir şekilde:

“Patlamanın basıncından kırılmıştır. Bir daha olursa camlardan birini açık bırak yoksa bütün maaşı cam taktırmaya harcarsın”. Dedi.

Telefondan diğer sesler duyuluyordu. Kahkahalarla gülüyorlardı. Cemil kapıda belirdi. Teselli eder bakışları vardı ama aynı zamanda bunları onun da yaşadığını söylüyordu yüz ifadesi.

“Şanslısın genç. Ben geldiğimde kıştı sabaha kadar soğukta yatmıştım. İstersen gel benim odada çekyat var onda yat.” Dedi.

Kabul etmedi. Yatak varken ne çekyatı diye düşündü. İlklimi bilmiyordu. Gecenin üçünde titreyerek uyandı. Çarpıcı bir soğuk basmıştı. Gündüz yanan memleket gece donuyordu. Keşke çekyatı tercih etseydi. Hayıflanırken kapı vuruldu usulca. Cemil gelmişti.

“İnat etme! Al yastığı, yorganı gel, yoksa götün donacak sabaha kadar.”

Tamam, bile diyemeden yastığı ve yorganı kaptı. Sıcak odaya girdi. Çekyata kıvrıldı. Deplasmanda soyunma odasını yabancılayan topçu gibi hissediyordu. Ama sıcaktı. Uyudu.

Öğlene doğru Cemilin dürtmesiyle uyandı. İşe gitme vaktiydi. Odasının yolunu tuttu. Banyoya girdi. Duş alıp traş oldu. Üniformasını aceleyle giydi. Kapıdan çıktı, lobiye indi. Arkasından gelen Cemil yüksek sesle bağırdı:

“Hakkâri de üniformayla gezmek ne kadar mantıklı?”

Haklıydı. Yaptığı düpedüz aptallıktı. Akılsız başının cezasını ayaklarına yükleyip odasına çıktı. Üstünü değiştirdi. Izdırap gibi gelen merdivenleri indi.

Cemil dışarıda beklemekteydi.