Üç Meslek, Üç Hikaye ve Bir Mesele: Kul Hakkı

Dindar olduğuna inandığımız bir memlekette, başımızdaki idareciler sayesinde dini daha bi hassasiyet içinde yaşadığımıza inanan çok insan olduğu için yazıyorum bu yazıyı. Aslında ne halde olduğumuzu biraz olsun ifade etme adına... Esnaf bir yerde topluma ayna tutar. Zira değişim insanda başlar, aileye, mahalleye, ilçeye, şehre, ülkeye ve dünyaya yayılır. Tepeden inme değişiklikle bir şeyleri değiştirmek mümkün değil. İşte ben de birey olarak gelişim ve değişimimizi tamamlayamadığımızı anlatacağım... Üç meslek var elimde, üç de hikaye... Mesele ise belli; ayaklar altındaki kul hakkı hassasiyeti.

Image title

İlk hikayemin kahramanı bir taksi şoförü. Çok taksiye binmezdim eskiden. Bu aralar da mecburiyetten biniyorum işte. Öğleden sonra bir taksi çağırdım duraktan, kardeşimle bindim. Taksi geldiğinde taksimetre çalışır haldeydi 6.80 TL yazdığını gördüm ekranda. Hem normalde taksiye binen biri olmadığımdan adama mahçup olacağım bir söz etmek istememem, hem de miktarın zaten yüksek bir şey olmamasından dolayı ses çıkarmadım. Gideceğim yere ilk defa gidiyordum. Yolu kardeşim biliyordu fakat taksici kardeşime rağmen bayağı bir dolandırdı bizi. Tariflere biraz kulak tıkayıp sağdan soldan gezerek gittik bir nevi. Yol boyunca taksi şoförü dindarlıktan anlattı durdu. "Başımızda 550 tane yalancı varken memleketin bu halde olması normal"lerle başlayan sohbeti, "Eskiden anam 8 metre fistan alırdı. Yarısını kendine yarısını da benim hanıma elbise yapardı. Bir elbise bir başörtüsü; tamam! Şimdi öyle mi... Kadınlar için her yerde alışveriş yerleri var. Erkeklere yok bile. Yok ayakkabı şuna uydu mu, o buna uymadı giymem" diyip paraları çar çur ediyorlar." yorumlarıyla devam etti. İsraftan, haktan hukuktan anlattı durdu velhasıl... Bunca şeyi dinledikten sonra ücreti ödeyip ayrıldık.

Akşamüstü aynı yere benim valide sultan da gitmiş taksiyle. Kardeşim de olan biteni anlatmış. Meğer onun da dikkatini çekmiş taksimetre ve dolanma meselesi :) Validenin taksicisi bizden de fazla dolandırmış aslında. Ama ödedikleri para ona rağmen bizimkinden bayağı bi' az. Neyse ben taksi durağını arayıp şoförün yaptığı şeylerden bahsedeyim, en azından çalıştırdıkları insanları tanısınlar istedim. Aradım aramasına ama... Aramaz olaydım :) Adama "taksimetre açık geldi normal mi bu durum?" deyince başladı anlatmaya. "Ya Allah seni inandırsın abi, burda arkadaşlar çok yoruluyor. Zaten Ramazan... (ne alakaysa), şimdi çoğu da yakın yerlere gidiyor. Arabayı aç kapa zaten bi sürü masraf..." diye saymaya başlayınca kendi kendime"Abdullah oğlum sen kimi kime şikayet ediyorsun, kapa telefonu. Hassasiyet falan kalmamış kimsede. 'Aman hak geçmesin' diyen yok. İyisi mi kapa sen telefonu" dedim. "Tamam efendim. Ben sizi bir konuda bilgilendirmek istedim, sizin düşüncenizi de öğrendim. Bundan sonra ona göre davranırım, iyi akşamlar" deyip kapatmak istedim ama ne mümkün. Adam bırakmıyor. Hala veryansın ediyor... "Burda insanlar zaten uyuyorlar saatlerce, yoruluyorlar. Onlara da yazık. Zaten ne kadar fark edecek ki... Etse etse 1 lira etsin. Eğer onun da lafını yapıyorsanız tamam yani" demeye başladı adam. Benim başımdan kaynar sular döküldü tabi... 1 lirayı hafife alıyor adam. "Abicim kul hakkının 1 lirası 2 lirası mı olur? Sen hakkın olmayan parayı yiyince miktarına mı bakıyorsun?" dedim ama kime ne anlatıyorum ki... Mecburen yüzüne kapadım. Adam beni kul hakkının miktarı az olunca sorun edilmemesi gerektiğine ikna etmeye çalışıyordu resmen. Akıl alır gibi değil...

Olaya şahit olan annem de paylaşacağım ikinci hikayeyi anlattı. (Zamanında dikiş nakış kursu almış. Bu konularda çok iyidir; elbise falan dikebiliyor.) Birkaç ay önce bir terziye gitmiş. Hali vakti yerinde bir amca. Çok aciliyeti olduğundan kendi yapamadığı için bir kumaşın paça kısmına dikiş attırması gerekmiş. Adam 15 lira isteyince:"Amcacım ben bu işten az biraz anlıyorum. Normalde bunu ben de yaparım da çok acil işim var, zamanım da yok. İşi bilmesem 20 de desen 30 da desen zaten itiraz etmem." diyince amca başlamış anlatmaya:"Ben abdestinde namazında adamım. Ne demek istiyorsun sen bana kızım? Bu dükkanın elektrik, su faturası kaç para sen biliyor musun? Hiç bunları düşünmüyorsunuz" cevabını almış. Valide de:"Amca ben sizin faturalarınızı ödemeye değil, kumaş diktirmeye geldim" deyip çıkmış... Esnaf emeğine değil, giderine göre fiyat biçiyor yani. Bir de üstüne müşteriye bu yüzden fırça atıyor, bi' de abdestimde namazımdayım diye eklemeyi de ihmal etmiyor. Sanki abdest namazlı olunca böyle şeyler yapmak normalmiş gibi... 

Image titleSon hikayem de babamın başından geçiyor. Bugün birlikte alışveriş yaparken marketin birinin meyve-sebze reyonundan yolda yürürken el atıp bir meyve alan tesettürlü(!) bir kızı gördük. Reyon görevlisi uyarmak için ağzını açar açmaz kızın "Abi Ramazan Ramazan konuşturma işte canımız çekti bir tane aldık göz hakkıdır" deyip devam etti yürümeye. Ben ağzım açık bakakaldım. Sonra ülkenin ve insanların ne kadar yozlaştığıyla alakalı biraz konuştuk. Yolda yürürken BİM'in önünden geçtik. Kamyonu yanaştırmış, kaldırımı kapatmışlardı. Akan trafiğin içinden yürümek zorunda kalıyordu insanlar. Ya da sağdan soldan atlamak... Ben duruma sinirlenince, babam bu yazının son hikayesini anlatmaya başladı. Bir süre önce caddemizdeki market de aynı şekilde kaldırımı işgal ettiği için Belediye ile durumu görüşmek istemiş. Üst düzey bir yetkiliye marketin insanların işini zorlaştırdığını, kaldırımı kapama hakları olmadığını söyleyince adam ne demiş bilin bakalım :) "Abi onlar da ekmeklerinin peşindeler." Babam da marketlerde girişin ayrı yerden olması gerektiğini, bu şartları sağlamayan işletmelere ruhsat verilmesinin yasalara aykırı olduğunu söyleyince adam ikinci bombayı patlatmış:"Abi zaten onların ruhsatları yok." Bu mantıkla ekmek parasının peşinde koşan hırsızların, soyguncuların, katillerin de mazur görülmesi gerektiğini söylememe gerek yok sanırım. Yani ekmek parası peşinde koşarken çevreye verilen zararlar normal karşılanması gereken şeyler.

Ülkedeki yozlaşmanın ne düzeyde olduğunun resmidir bu üç hikaye ve sonda anlattığım genç kızın olayı benim için. Yazık yani... Biz hala 'Müslüman ülkenin müslüman vatandaşları(!)' olarak caka satmaya devam edelim... Özellikle anlattığım ilk iki olay, insanların yaptıkları yanlış işleri yok saymak için dindarlığı nasıl kullandığını ifade etme adına iyi birer örnek... Vatandaşı böyle olanın başındaki idareci hırsız olsa kaç yazar, çapsız olsa kaç... Yapılan her türlü pis işin kılıfı zaten belli:"Ben abdestimde namazımda insanım".

Eskiden dindar insanların kullandığı bazı argümanlar vardı:"Bunlar dinsiz, çalar da çırpar da. Biz olsak böyle mi olurdu" gibi onlarca söz... En azından şimdi dindar olmanın, ya da daha doğru ifade etmek gerekirse 'dindar olduğunu sanmanın' ya da söylemenin her şeyi düzeltmediği... İnsan olmak, başkalarının hakkını gözetmek bambaşka bir mesele...

Velhasıl; yürümemiz gereken daha çok yol var önümüzde... Cümleten kolay gelsin.