Fetih Suresi Zaviyesinden Kaderi Tenkit ve Aktif Sabır

Kaderi tenkit ve aktif sabır konularını, Fetih Suresi'nin son üç ayeti olan 27, 28 ve 29. ayetlere değinerek ele alacağım bu yazımda. "Kaderi tenkit neden yanlış?" ve "aktif sabır insana neler kazandırabilir?" soruları üzerinde durmaya çalışacağım. Önce bakalım Fetih Suresi'nin son üç ayeti ne diyor:

Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinzi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi.
Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter.
Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.

Üstad Bediüzzaman, 7. Lem'a da Fetih Suresinin son 3 ayetini yedi farklı vecih altında tefsir etmiş. Ben sadece ilk iki vecih ve konuyla ilgili sorulan bir soruya değinmek istiyorum. 

1) Mekke'nin Fethi'nin Müjdesi

Surenin bu ayetlerinde Mekke'nin fethi kesin bir şekilde haber veriliyor. Zaten iki yıl sonra da Mekke fethediliyor. 

Ayet nazil olduğunda ise Mekke'nni fethedilebileceği hiç bir ortam yok. Yani genel şartlar açısından bakıldığı zaman bu ayetin vaad ettiği galibiyetin meydana gelmesi için esbab sükut etmiş vaziyette. Zamanla olgunlaşan şartlar ve kader, meseleleri o yönde sürüklüyor ve Mekke fetholunuyor. Peki ayet nazil oldu diye Efendimiz ya da Sahabeler bir kenara çekilip bekliyor mu? Hayır. Ellerinden geleni yapıyorlar. Zaten Efendimiz'in hayatına bakacak olursak, Peygamber olması hasebiyle mükafatının Cennet olacağı kat'i olmasına rağmen gece gündüz ibadet etmesi, Allah'ın rahmeti olmasa kendisinin dahi Cennet'e gidemeyeceğini ifade etmesi de aynı sebepten değil mi? O, Peygamberlik zümresine yakışanı yapıyor, kendi rolünü ifa ediyor ve ardından gelenlere örnek olma adına sebepler dairesinde hareket etmek gerektiğini bizlere yaşayarak anlatıyor ve o istikamette bir hayat sürüyor...

2) Hudeybiye Anlaşması'nın Zafer Olduğu İşaret Ediliyor

Hudeybiye Anlaşması, zahiri yönü itibariyle Müslümanlar açısından mağlubiyet gibi görünüyor belki. Verilen tavizler, birçok Sahabenin tahammül ve sabır sınırlarını zorlamış ve bir kısım Sahabe, Efendimiz'in tavrını anlamlandıramamıştı. Bu insanlar, bizim 'ufuk' diye tabir edebileceğimiz kişiler. Ama hiçbiri Efendimiz değil... Peygamber Efendimiz (s.a.v.), gelişmeleri herkesten daha iyi okuyarak, önemi sonradan idrak edilecek bir tavır sergilemiştir. Nitekim Efendimiz'in kararlarındaki doğruluk da yıllar boyunca yaşanacak gelişmelerle birlikte bir defa daha ispatlanmış olacaktır...

Bediüzzaman, 7. Lem'a'nın ikinci vechinde, Hudeybiye Barışı'nın kısmi bir mağlubiyet gibi görünmesine karşın ileride meydana gelecek pek çok zaferin müjdeleyicisi olduğunu ifade ediyor. Savaş yerine yapılan barış ile birlikte maddi anlamda kılıçların bir kenara kaldırıldığı, fakat öte yandan Kur'an-ı Kerim'in manevi kılıcının kınından çıktığını ve barış süresi boyunca gönülleri tek tek fethettiğini söylüyor.

Hudeybiye Barışı olmasa ve o gün savaş yapılsa, ihtimal Müslümanlar kazanacaktı. Peki ya sonra?  Hâlid Bin Velid gibi bir askeri deha ve Amr İbn-ül Âs gibi mağlubiyeti kabul etmeyecek olan şahıslar, öyle bir mağlubiyetin ardından gurur yapabilecek, belki Efendimiz ve Müslümanlar'a karşı daha da bileneceklerdi. Fakat mağlubiyet gibi görünen bir anlaşma sayesinde barış ortamı temin edilmiş ve insanlar akın akın bu dine koşar olmuştur.

Uhud Sonu ve Huneyn Öncesindeki Mağlubiyetlerin Hikmeti

Üstad'ın talebeleri, son olarak bir soru soruyor. Soru, başlıkla aynı. "Peygamber Efendimiz hiç savaş kaybetmese daha iyi olmaz mıydı?" gibi bir düşünce var belki de içinde. Üstad ise şu şekilde açıklıyor durumu. Müşrikler içinde o dönemde Hazreti Hâlid gibi zatlar vardı ki bu zatlar, ileride Sahabenin en büyüklerine denk gelecek seviyede insanlardı ve gelecekte Müslümanlıkla tanışmaları söz konusuydu. Bu savaşların neticesi, geleceğin en şanlı kumanlarının başında yer alacak olan Hâlid Bin Velid gibi abide şahsiyetlerin ileriye dönük izzetlerini kırmama adına çok önemli bir vazife eda etmiştir. Hâlid Bin Velid ve Amr İbn-ül Âs gibi zâtların ileride yapacakları hasenelerin bir kısmının karşılığı da bu şekilde, Allah katında, peşinen kendilerine ödenmiştir. Bu sayede biri askeri, diğeri de siyasi deha olan Hâlid Bin Velid ve Amr İbn-ül Âs başta olmak üzere pek çok kişi, Müslümanlığın yumuşak yüzü ile tanışmış, hoşgörü ortamında, kılıç kalkan gücü olmaksızın davete icabet etmişlerdir. Bu durumu Üstad çok veciz bir sözle ifade eder ve şöyle der:

Demek mazideki Sahabeler, müstakbeldeki Sahabelere karşı mağlub olmuşlar. Tâ o müstakbel Sahabeler, berk-i süyuf korkusuyla değil, belki bârika-i hakikat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehamet-i fıtriyeleri çok zillet çekmesin.

Velhasıl, madem örnek alacaksak ve bize Gül Devri ve Efendimiz'den güzel örnek de yoksa, o zaman 'kaderi tenkit' ve 'aktif sabır' konusunda da izlememiz gereken yol belli. Sahabe seviyesindeki kutlu insanlar dahi o günün şartlarını Efendimiz kadar iyi okuyamamışlardır belki. Bu yüzden içlerinde yanan aşkla bir kısım Sahabeler, Hudeybiye'deki tavrı farklı yorumlamışlardır. Fakat olan bitenin ne kadar güzel meyveler vereceğini kader, yıllar sonra tarihin sayfalarına altını çize çize not düşecektir.

Kaderi tenkit etmeden aktif sabırla bekleyen o bir avuç insan, Veda Hutbesi'ni dinleyen 124.000 kutlu kâmet haline geldi. Nasıl ki Efendimiz ve Arkadaşları aktif sabır içinde ve kaderi tenkit etmeden beklemeyi bildiler, O'nun ardından gidenler için de ölçü bu olmalıdır. 

NOT: Yazıyı yayına ilk gönderdiğimde anlamadığım bir sebepten ötürü yarısından çoğu silinerek gönderildi. Bu yüzden farklı günlerde yazılmış iki parça şeklinde bir yazı çıktı ortaya. Anlatımda kopukluk olması ihtimaline karşı peşinen özür dilerim.