Kayıp Bir Hazine: Ahde Vefa

Vefa; sevgi saygı, hal hatır sorma, dayanışma ve yardımlaşmanın esası ve güvenin tesisidir. Vefa, her insanda özellikle Müslüman’da bulunması gereken bir özelliktir. Ne yazık ki herkes bu güzel özelliği taşıyamıyor. Şahsi menfaat öne geçince toplumsal hayatın temel prensipleri de bozuluyor, neticede “ahde vefa” yani “sözünde durma” güveni ve itimadı kalkıyor.

Hep derler "Eskiden ahde vefa vardı" diye. Aslında vefanın eskisi yenisi olmaz. Ama bu söz bir bakıma doğru. Günümüz insanı öyle bir durumda ki, ne söylediğinin bile farkında olamıyor bazen. Güven, itimad ve sözünde durma kısaca “Ahde Vefa” sözlüklerde kalmış bir kelime... “Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin.” gibi sözler bir taraftan güvensizliği aşılarken, diğer taraftan toplumsal düzeni bozar oldu. Hiç mi düşünmez insanlar, “Ben kimseye güvenmezsem kimse de bana güvenmez.” Güvenilmez biri olmak utanç verici bir şey değil mi? Okulda, sokakta, iş yerinde, hatta evde aile içinde güven bağlarını yıkıp, güvensizlik tohumu ekmek kötü bir durum olsa gerek...

İşte Azizim, meselenin gelip düğümlendiği, çözülemediği ve sözün hiçbir kıymet-i harbiyesinin kalmadığı yerde “Ahde Vefa” duygusu zedelenmiş ve unutulmuştur... Gel Azizim, senle “Ahde Vefa” duygusunun yaşandığı, sözün kıymet-i harbiyesinin olduğu bir döneme gidelim... Dönem Hz. Ömer (radıyallâhu anh)’ın dönemi... Hz. Ömer (radıyallâhu anh) arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girer, derler ki:

- Ey Halife bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.

Bu söz üzerine Hz.Ömer (radıyallâhu anh) suçlanan gence dönerek:

- Söyledikleri doğru mu? diye sorar.

Suçlanan genç:

- Evet doğru.

Bu söz üzerine Hz. Ömer (radıyallâhu anh):

- Anlat bakalım nasıl oldu?

Bunun üzerine genç anlatmaya başlar:

- Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanım, ailemle beraber gezmeye çıktık. Kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki dönen bir defa daha bakıyor. Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyva koparmasına engel olamadım. Arkadaşların babası içeriden hışımla çıktı. Atıma bir taş attı. Atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi. Ben de bir taş attım babası öldü. Kaçmak istedim, fakat arkadaşlar beni yakaladı. Durum bundan ibaret, dedi.

Bu söz üzerine Hz. Ömer (radıyallâhu anh):

- Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam, madem suçunu da kabul ettin...

Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:

- Efendim bir özrüm var, ben memleketinde zengin bir insanım. Babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz, yetimin hakkını zayi ettğiniz için, Allah indinde sorumlu olursunuz. Bana üç gün izin veriseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim. Bu üç gün için de yerime birini bulurum der.

Hz Ömer (radıyallâhu anh) dayanamaz:

- Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?

Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar ve der ki:

- Bu zât benim yerime kalır. O Zât, Amr ibni As (radıyallâhu anh)’tan başkası değildir. Hz Ömer (radıyallâhu anh),  Hz. Amr (radıyallâhu anh) 'a dönerek:

- Ey Amr delikanlıyı duydun, der.

O yüce sahabi:

- Evet, ben kefilim der ve genç adam serbest bırakılır.

Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine’nin ileri gelenleri Hz Ömer (radıyallâhu anh)’e çıkarak gencin gelmeyeceğini, dolayısıyla Amr ibni As’a verilecek idamın yerine, maktulün diyetinin verilmesini teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve “Babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz.” derler.

Hz. Ömer (radıyallâhu anh) kendinden beklenen cevabı verir, der ki:

- Bu kefil babam olsa fark etmez, cezayı infaz ederim.

Hz Amr ibni As (radıyallâhu anh) ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki:

- Biz de sözümüzün arkasındayız.

Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür.

Hz. Ömer gence dönerek der ki:

- Evladım gelmeme gibi önemli bir fırsatın vardı neden geldin?

Genç vakurla başını kaldırır ve:

- “Ahde vefasızlık” etti demeyesiniz diye geldim der.

Hz. Ömer (radıyallâhu anh) başını bu defa çevirir ve Amr ibni As (radıyallâhu anh) 'a der ki:

- Ey Amr sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu da onun yerine kefil oldun?

Hz. Amr ibni As (radıyallâhu anh):

- Bu kadar insanın içerisinden beni seçti, insanlık öldü dedirtmemek için kabul ettim der.

Sıra gençlere gelir derler ki:

- Biz bu davadan vazgeçiyoruz.

Bu sözün üzerine Hz. Ömer (radıyallâhu anh):

- Biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz, ne oldu da vazgeçiyorsunuz?

Gençlerin cevabı dehşetlidir:

- Merhametli insan kalmadı demeyesiniz diye...

Şimdi, Ey Azizim, gördüğün şu manzara ile devrimizdeki “Ahde Vefa” duygusunu karşılaştır. Vicdanının derinliklerinden gelen sese kulak ver. Sen de Mehmet Akif’in dediği gibi:

“Vefa yok, ahde hürmet hiç... Emânet lafz-ı bî medlûl;

Yalan râyiç, hiyânet, mültezem her yerde, hak meçhûl!

Ne tüyler ürperir, Yâ Rab! Ne korkunç inkılâb olmuş:

Ne din kalmış, ne îman, din harâb îman serâb olmuş.” diyecek ve gözyaşlarına hakim olamayacaksın...

Vefa duygusunu kaybetmiş neslimizin vefa duygusunu  ikame etmesi dileğiyle...

Selam ve Dua ile...