Öylesine Bir Yaşamak

“Niye öyle uzaklara bakıyorsun?” diye sordu.

“Hiç... Dalmışım işte.” dedim.

“Uzaklara bakanların yakın olmayan hikayeleri vardır.” dedi.

Oysa herkesin uzaklarda bir şeyleri vardı mutlaka. Ya ailesi, ya sevdiği, ya da umutları, mutlulukları, sevinçleri; hatta hüzünleri, gözyaşları ama en çok da hayalleri vardı. Hayaller hep uzaktı ki. Onlara giden yolun adıysa sabırdı. Rumi boşuna dememiş; “Sabır refahın anahtarı.” diye. O anahtar olmadan olmuyordu hayal, olmuyordu hayat. Hayat hayale bağlı bir köle idi. Hayal olmadan yaşayamaz, adım dahi atamazdı. Köle olmadan da efendinin bi’ anlamı kalmazdı en nihayetinde. Böyle bir kargaşa işte düşüncelerin yurdu. İnsanları da pek sevmez hani. O yüzdendir hep uzaklarda yaşaması, tek göz odalara sığınması, böylesi ıssız yürekleri ev bellemesi...

“Sen hiç bakmaz mısın ufuk çizgisine?” diye sordum.

“Ben... Bilmem, bakarım herhalde.” dedi.

“Peki bulutları seyreder misin?”

“Pek seyretmem.”

“Küçükken hayvanlara benzetmedin mi hiç onları?”

“Benzettim tabi...”

“Peki şimdi ne değişti?

Değişen ne miydi? Bizdik elbette... Büyüyünce insan dünyaya körleşiyordu. Gökkuşağını görmüyor, çiçekleri koklamıyor, kapının önündeki ağacın bir gün aniden yok olmasını  bile farketmiyordu. Çimlerde yuvarlanmadan baharı yitiriyor, yağan yağmurdan kaçıp ıslanmaktan korkuyordu. Hayat denen sele kendini kaptırmış, o hep istediği mutluluğu göremez olmuştu... Şöyle başını kaldırıp etrafa bakmak çok mu zordu acaba? Dünyanın renklerini; kışın beyazını, hazanın sarısını, baharın bin bir tonunu görüp de şöyle bir nefes almadan tüketip gidiyorduk ömürlerimizi...

“Büyüdüm.” dedi. “Hayatı anladım.”

Farkında değildi. Büyümek olamazdı bu. Hayatın yasını tutup, hayalin ahını çeker olmuştuk. Ulaşılmaz olduğuna öyle inanmıştık ki bazı şeylerin, sabır taşlarını yollarımıza döşemekten bile üşenir bi’ hale gelmiştik. Yaşamanın çamurda yürümek olduğunu kabullenip, bahçelerimize çiçek dikmeye bile çabalamamıştık. Hayalin ütopikliğine köle düşüncelerle uzaklara dalıp, mazaretlerimizi çekmiştik üzerimize. Ölesiye kendimizi memnun olmaya zorluyor, devam ediyorduk körlüğe. Sonu gelmeyen bir kabullenişti işte. Öylesine bir yaşamaktı...