Yine Yıktılar Hayalleri

Bir çocuk tanıdım ben bugün. Büyümüş de küçülmüş dediklerinden, büyümüş ama küçülememiş bir çocuk. Yüreğindeki yorgunluk gözlerinden okunuyor sanki. Bir bakışı ile onlarca cümle diziyor ardı ardına. Aynı dili konuşmanın çok da mühim olmadığını, yalnızca bir bakışı ile öğretiyor.

Suriyeli bir çocuk, adı Menzer… Henüz 4 yaşında olmasına rağmen, 40 yıllık acıyı sığdırmış kendi gibi ufacık hayatına. Gözleri göğün mavisi, kendisi toprak gibi… Oyun oynaması gerek o ufacık bedenin, ip tutması gerek o ellerin, topa vurması gerek ufacık ayakların. O ise kaşları çatık bir şekilde yerden topladığı taşlar ile bir şeyler yapmaya çalışıyor. En güzel taşları tek tek toplayıp, elbisesinin kenarı ile siliyor. Arkalarda bir yerde üst üste koyuyor tek tek, topladığı tüm o taşları. Bir süre sonra belli belirsiz ortaya çıkıyor amacı. İnsanlıktan nasibini alamamış, makam ve mevki sahiplerinin başlarına yıktığı evini, ufacık elleriyle yeniden yapmaya çalışıyor.

Az ileride birbirleri ile oynayan ufak çocuklar çekiyor dikkatimi sonra. Kahkahalar, çığlıklar, şarkılar ve tekerlemeler... Kâh saklambaç, kâh yakar top; sırada hangi oyun var acaba? Menzer ise, tüm ciddiyeti ile işine yoğunlaşmış, taş taşımaya devam ediyor evine. Bir süre sonra oyun oynayan çocukların topu seke seke bu tarafa doğru geliyor. Haykırmak istediğim ancak hiç bir şey yapamadığım o an işte. Seke seke gelen topa doğru bağırmak geliyor içimden, dur gitme o yöne! Suriyeli Menzer’in feryadı ile topun o üst üste dizilmiş taşları yerle bir etmesi aynı anda oluyor. Babasına koşuyor Menzer, “Yine yıktılar baba, yine yıktılar” diye feryat ettiğini anlamak zor değil. Acının konuştuğu dil bir.

Oğlunun bu hassasiyeti karşısında kıpkırmızı kesilen baba ne yapsın? Oğlunu teselli edecek tek bir cümle çıkıyor ağzından. Ne dediğini anlayamadım belki ama gördüm gözlerinde; sabır oğul, yine yaparız.

Çatışmanın en çetin olduğu bir köyden çekip almış ailesini Mustafa. Yaşadıkları hakkında konuşmayı pek istemedi ancak buraya kadar nasıl geldiklerini sorduğumda verdiği cevaplar ile titretti beni. Misafirperverliği ile övündüğümüz insanımızdan gördüğü zulüm, yok paraya fırsatçılar tarafından alınan eşyaları, İstanbul’a götüreceğini söyleyip, bambaşka bir yere götüren zalimler, ahlaksız teklifler ile gelenler ve daha neler neler… Birçok şehirde yaşamışlar kısa süre de olsa, bir aydan uzun sürmüş İstanbul’a gelmeleri. İçinde bulundukları inşaat yıkıntısına gelmeden önce çok ağaç altı, çok mezarlık, çok köprü altı misafir etmiş de onları; buna bile şükür diyorlar. Menzer gibi içine kapanmış beş çocuğu daha var Mustafa’nın, ne yapacağını da bilemiyor.

Mustafa ve ailesi gibi niceleri yaşamaya çalışıyor İstanbul sokaklarında. Ankara, İzmir, Bursa, Sakarya, Adana, Mersin, Antep, Maraş ve sayamadığımız onlarca diyar. Savaşın ortasından ailesini kaçırmış onlarca baba ve gönülleri titreten hayatlar. Ne için bu zulüm? Ne için bu savaş? Kim silahlandırıyor bu insanları diye sormaktan kimse çekinmiyor ama bu silahları kim üretiyor diye sormuyor hiç kimse.

Dünya bir araya gelse korkmayacak bu Tiran’lar, ama ötelerde Menzer gibilerin gözyaşları titretecek belli ki arş-ı âlâyı. Allah affetsin.