beyaz kağıt

Cebimden çıkardığım beyaz bir kağıt vardı. Kırışmamış, bozulmamış, anne sütü gibi saf ve temiz bir kağıdım vardı. Ne yapacağımı bilemedim. Belki de kağıt görmüş masum çöpçüydüm. Temizine kıyamadığım beyazı bakalım nerede kirletecektim. Kirlenmeyecekti aslında, yazacaktım. Sadece kalemlerden kalem seçmem gerekiyordu. Direk kalem nasıl olur diye düşünmeden edemedim. Ama sonra 'insanlar kalemi kendi yapmadı' gibi bir düşünce hakim oldu sahipsiz zihnimin devletine. Çünkü insanlara bu kağıt;beceremedikleri şeyin imzasını atsınlar diye verilmemişti. Daha başka bir kalem olmalıydı. Ararken ben kağıdıma dokunacak kalemi bir ses yine büyüledi beni. Deniz olsun istemiştim. Yine onun olmayan sesinde bulmuştum kendimi. Tıpkı onun gibi kaybolmuştum kulaklarımda. O da yoktu, bende. Onun uysallığı, çemkirişi kendime benzettim işte bir fırtınada bağırmasını, sırtını okşayan rüzgarda gülmesini... Kendimden dolu bulduğum bir mürekkebe kendimi emanet etmek istedim. Anlatacaklarımı yazabilecek mahiyette olur sanmıştım. Sonra bir güneş doğdu.. Masmavi çayırların üstüne "üzgünüm ama ben geldim" der gibi bakışıyla doğdu. Eriyip buhar olan denizi izlemeye koyuldum. Onun çekilişinde bir kez daha kendimi buldum. Karşı koyamadığı bir güç karşısında yok oluyordu. Ama o bundan yeis duymuyordu. Aramızdaki farkta burada atıyordu sanırım... Sonra bomboş bir bahçe oluverdi. Üstünü çıkarmış gibiydi. Kendinden iz bırakmış gibiydi. Ne bilsin bundan sonra bahçesinin üstünde oynayan çocukların duyacağı sevinci? Bahçesi de artık güneşe emanetti. "Kaderin üstünde bir kader vardır" demeseydi şair güneşin kime emanet olduğunu daha uzun bir sürede kavrayabilirdim... Güneşin evine baktım kafamı kaldırıp. Masmavi bir evde sapsarı bir oda görünümü verdi bana. Bulutlar ise gökyüzünün cebinden çıkardığı kağıtlar gibiydi. O an aklımdan ne geçse inanırsın? Bulutlarda tıpkı elimdeki gibi saf bir kağıttı. Dostunun huyunu bilen gerçekten de ona nasıl davranacağını bilir dedim. Demek gökyüzü bu iş için güneşi uygun bulmuştu. Üstelik gökteki sorumluluk benden hayli fazlaydı. O kadar kağıt bende yoktu. Bende yalnız bir tane vardı. Baktım gördüm güneş denize hükmedebildiyse güçlüdür dedim. Kağıdımı bende güneşe emanet ettim.. O yazsın dedim. Kağıdımın boş kalması halinde ömrüm boş kalacak gibiydi. Aklım boş kalacak gibiydi asıl, aklım. "Akıl ömre hitap eder" derdi sevdiğim bir iç sesim. Çıkardım kağıdımı tuttum güneşin ışığına. Ondaki güç ne yazacağını da bilir sandım olacak ki o an boş kaldım ve gülümsemekten kendimi alamadım. -Ne güzel şeymiş güneş-. Ne olduğunu anlamadan birden karanlık doğdu. "Kaderin üstünde bir kader vardır" diye yankılanıyordu kulaklarımda Sezai Karakoç'un mısraları... Ağlamadan edemedim. Emanet ettiğim hayallerime sahip çıkar sandığım güneşin yerini karanlığa devredişine dayanamadım. Meğer güneş batıyormuş.. Korkudan mı desem, hayal kırıklığından mı desem kağıdı buruşturup sol elimde sıkıp sol cebime koydum. Sağ cebimden bulmuştum ama sağ cebimin görmekten memnun olmayacağı kağıdı tekrar sağa koymaya gönlüm elvermedi. O ne umutlarla taşıyordu kağıdı sırtında.. Dediğim gibi sol elimle sıktım sol cebime koydum, sağ görmesin diye. Koymamla sanki bedenimde bir noktanın sızlaması bir oldu. Onu bir daha oradan almak ümidiyle koymadım. Güvendiğim dağlara kar yağmış gibiydi, sahi kar nereden geliyordu? O da göktendi. Acaba bulutlar? Onlar karların parçalara ayrılmamış hali miydi? İşte böyle sorular vardı hep ve daima aklımda. İnsanların saçma bulacağı soruları yurt edinmişti kendine sol tarafım. Sağ hala umut etmekte... Bir kez daha azarlamıştım kendimi sabırsız olması konusunda. Mükemmel bir boşlukta uçuyordum. Kafam anlamsız sorularla doluydu. Ona bir yön veremiyordum. Her veremediğim yönde kolumu ısırıyordum. Ama sol kolumu. Sağa hiç kıyamıyordum ki. Bunlar hep sol yanımın sadakasıydı... Güneş yine doğup batıyor ve her seferinde vuruyor yüzüme "kaderin üstünde bir kader vardır" mısralarını. Çocukların oynadığı eski denizin bahçesini yurt edindim kendime. Onlar o dolu akıllarıyla bir yığın ipucu toplamışlardır diye umut ettim. Yok olan denizin bahçesinde yine de hüzünleniyordum. Kendimin yok oluşunu izlemiş gibiydim. Ama çocuklar umut veriyordu. Bunlar işte, bunlar hep sağ yanımdı... 


Etiketler: hüzün