İsimsiz Hissiyat

Öyle karanlıktı ki içi, kendini göremiyordu adeta. Kendine sağır olmuştu, duyamıyordu kendini. Sadece hissedebiliyordu… İçinde patlayan volkanların içini ne kadar çok yaktığını tüm derinliğiyle hissediyordu. Bir an duraksadı, düşündü kendi kendine, neydi bu hissettiği? Evet içini yakan bir histi bu, fakat neydi bununadı? Mutluluk muydu, heyecan mıydı, telaş mıydı, hüzün müydü, acı mıydı? Neydi? Hayır dedi kendine, hiçbiri değil hissettiğim peki ama ne? İçinde bulunduğum bu hissiyatın adı ne? 

Öyle bir haldeydi ki içinde bulunduğu halden çıkabilmenin tek çaresi bu hissin ne olduğunu çözmekle mümkündü. Hiçbir şey düşünemez,hiçbir şeyle meşgul olamaz hale geldi. Zihni sadece bu soruyla meşguldü. Onu böyle yaşayan ölü haline getiren hissiyat neydi? Anne babası iyice onun için endişelenmeye başlamışlardı. Odasından çıkmıyor, doğru düzgün yemek yemiyor,kimseyle görüşmüyordu. Arkadaşları geldi yanına ondan ses seda çıkmayınca,aramalarına, mesajlarına dönmeyince merak etmişler. Arkadaşları konuşmaya çalıştıkça o kısa cevaplarla geçiştiriyor, başından savmaya çalışıyordu. Ondaki bu isteksizliği gören arkadaşları da daha fazla kalmak istemeyip gittiler ve oda tekrar düşünceleriyle baş başa kaldı. Günlerini böyle düşünceleriyle boğuşarak geçirirken artık nefes alamadığını fark etti, kendini biraz toparlayıp bir yürüyüşe çıkmanın iyi geleceğini düşündü. Yürüdü, yürüdükçe düşündü, düşündükçe yürüdü.. Zihnini biraz toparlayıp da kendine gelince yorulduğunu hissetti, kafasını etrafta oturup soluklanacak bir yer aramak için kaldırdı ve karşısında Süleymaniye Camii'ni gördü, en son ne zaman camiye geldiğini hatırlaması bir yana en son ne zaman namaz kıldığını bile hatırlamadığını fak etti. 

Ağır adımlarla caminin avlusuna doğru ilerlemeye başladı, ikindi vakti girmek üzereydi ve biraz sonra ikindi ezanı okunmaya başladı. O an işte tam da o an uzun zamandır içinde bulunduğu, onu yaşayan ölü haline getiren hissiyatın ne olduğunu anlamıştı...