Yitirilen

Gözlerimi açtığımda henüz her yerin aydınlanmadığını fark etmem biraz zamanımı alıyor. Normalde böyle -en azından bir süre öncesine kadar- değildim, sabah dinç bir şekilde uyanırdım. Şimdi ise dün, ondan önceki gün ve ondan önceki gün de olduğu gibi doğrulmaya bile hâlim yok. Aslında uyuyamayacağıma, çok yıpranacağıma dair birçok tahminde bulunanlar olmuştu ama aksine uyuyabiliyorum. Hatta günün üçte ikisinde uyuyorum. Bugün ayın kaçı, hatta hangi aydayız bilmiyorum. Önemsemiyorum.

Yüzümü ovalarken birkaç oyuğa denk geliyor parmaklarım. Sağ yanağımın ortasında yuvarlak çöküntüler oluşmuş. Hemen bilekliği arıyor gözlerim. Senin bilekliğini... Ah bu metal parçasına bu kadar bağlanmamalıyım. Bunları düşünürken yanımda uzandığını görüyorum. Başını biraz yana yatırıp dudaklarını büküyor, sabahın bu zamanlarında hep böyle yaparsın, ve konuşmaya başlıyorsun; "Zaten o bilekliği çok da beğenmiyordum neden diğerleriyle beraber annemlere vermedin ki?" diye soruyorsun. Önceden olsa sana "Çok biliyorsun sen" der ve burnuna işaret parmağımla bir fiske vurarak huysuzlanmanı sağlardım. Bu bana şaşırtıcı şekilde huzur verirdi. Ama şimdi dokunamıyorum, kaybolacağını biliyorum çünkü. Üç hafta oldu kabulleneli.

Sahi kaç gün oldu haber geleli? Hah, gün mü? İlk tanıştığımız zamanlarda buluşmalarımız ne de çabuk biterdi. Senli saniyeler ne kadar hızlıysa, sensiz olanlar da o kadar yavaş şimdi. Yavaş ve acı dolu. Her bir saniyesini bu kadar derinden, kanayarak hissederken bunları toplayıp da "gün" gibi ufacık bir kelimeye sığdırarak bir hesap yapmak çok saçma değil mi? Bunları sesli söylesem "Haklısın ama şu konuyu değiştir." derdin. Ama kabulleniş içimden konuşmalarımı artırdı. Bilirsin kendi kendime konuştuğumu düşünüp endişeleniyor annemler. Ama bu baskılarının beni kabullenmeye itip daha mutlu olacağımı düşünüyorlar. Oysa ki o illet seni bana daha az getiriyor işte. Dün yoktun mesela, ben de umut tanelerimden bir kısmını daha paketleyip çöpe attım. 

Doğrulmaya çalışırken öksürmeye başlıyorum. Boğazıma bir acı saplanıyor. Hiç şaşırmadım diye fısıldıyorum kendi kendime.  "Ne dedin? Söylediklerini on kez tekrarlatmaktan sıkıldım. Yıllardır şu desibel sorununu çözmedik." diye dalga geçiyorsun yanımda. Bu cümle bir şefkat dalgası gönderiyor yüzüme. Ah be güzelim ben hiç sıkılmamıştım senden.

Ayaklarımı terliğe tıkıştırıp kalkıyorum sonunda yataktan. Senin bardağını alıp kahve yapıyorum. Ama kahveyi kendi bardağıma dolduruyorum. Senin bardağını da tam karşıma bırakıp masaya yerleşiyorum. İçimden "Sen sabahları kahve içmezsin." deyişini tekrar ediyorum usulca. Evet sevmem ama birkaç değişikliğin zamanı gelmedi mi sanki diye teselli ediyorum kendimi. Ah, biz değişmeseydik de ben her sabah bu iğrenç acı kahveyi içseydim.

Sonra tuz tadı alıyorum aniden. Ve işte tipik sahneler; gözyaşları önüne geçilemeyecek şekilde akmaya başlar. Bu kısımda odaya yürüyorsun genelde. Durmayacağımı biliyorsun. Aslında ben bu durumdayken seni yanımdan ayırmaları mümkün olmazdı ama dedikleri gibi seni kafamda ürettiğim için bazı şeyleri sana kabul ettirmem daha kolay oluyor şimdi. Yanaklarımı silmen için yanıp tutuşmamı bile alt eden, beni böyle görmeni istememem kıymetlim.

Bardağı sertçe masaya çarparak kalkıyorum yerimden. Tek tek sayıyorum, art arda yedi kez özür diliyorum senden. Sanki değer vermelerim yetmemiş gibi. Pişmanlıklarımdan birkaçını sıradaki gözyaşıma yüklüyorum. Hepsine güçleri yetmiyor zaten, bırakıveriyorlar kendilerini, yanağımdan sekip çenemi çiziyorlar. Çenemdeki diğer kesiklerle birlikte yeni bir damlayla yanan yerler yüzünden de yeni gözyaşları döküyorum. Bu çıkmaz beni mahvediyor.

Verebilecek bir sürü sevgim varken ben erteleyip durmuşum. Binlerce kucaklama yarım kalmış sanki aramızda. Yüzlerce eksik şarkı var, söyleyecektik daha. Ben yine sesimin kötülüğünü durmadan yineleyecek, seni övüp duracaktım. Sonra çok az bir miktar eksiği kalmış paramla o ikinci el Chevrolet'i alacaktım sana. Ne kadar istemesem de, o ihtiyar arabayı bazen benden daha çok sevdiğini düşünüp kıskançlıktan ellerim titremeye başlasa da, abarttığımı kabullenip alacaktım onu. Sen de o muhteşem gülümsemeni bahşedecektin bana, ah be güzelim.

Sürüklenen dakikaların ardından biraz kendime geliyorum ve gözlerimin sımsıkı kapalı olduğunu farkediyorum yine. Yavaşça aralıyorum onları. Kafamda belki yüzüncü kez tekrarladığım sahneden yüz birinci kez uyanıyorum. Gözyaşlarıma tezat olarak bir kahkaha kaçıyor dudaklarımdan. 

"O artık yok." dediklerini duyuyorum. 

"Başımız sağolsun." fısıltılarını. Birkaç büyük kahkahamla daha karışıyor bu cümleler.

Ve bir çığlık bölüyor kahkahamı. Belki de deliriyorum. Hatta eminim ki dışarıdan öyle görünüyor.  Ardından alışılagelmiş iki kelimeyle bırakıyorum kendimi yere. Dizlerimi kendime çekip artık taşıyamadığım başımı yaslıyorum üstlerine. Tekrar ve tekrar özür diliyorum. Affetsen ya, güzelim.