İyi ki geldin, Sevgilim.

Image title


Seninle tanıştığımda her şeyi bırakıp gitmek üzereydim biliyor musun? Tamam demiştim, benden bu kadar siz devam edin. Bu gidişim acıydı, çok yaram vardı bu kez. Mesela bir 'eyvallah' sıcaklığıyla ayrılmıyordum, bilirsin bu kelamdaki güzelliği, nasıl da severim. Ayrıca bu seferki gidişte yapılanlar sineye de çekilmemişti, dudaklarımı birbirine bastırmıştım ama o her şeyi kabullenme tebessümü yer bulamamıştı suratımda.

Ben terkediş standartlarımı uygularken gelmiştin işte sen. Sahi, ne âlemsin... Hatırlıyor musun elinden kaçırdığın civcivini yakalamaya çalışıyordun. Aptal demiştim içimden sana, affet, ne bileyim çok da zor olmasa gerek o küçük varlığı yakalamak diye düşünmüştüm. Kulağıma çarpan sesim bana kıkırdadığımı fark ettirmiş ama bu yüzünü gördüğüm anda geçmişti. Olan olayları algılayan, yorumlayan, tepki veren her hücrem duraksamıştı o an sanki. Nasıl desem, evet işi o iletiyi merkezine götürmek ama öyle bir yüzün vardı ki zavallım ne yapacağını şaşırdı gibi gelmişti. Evet, anlatamadım ama demek istediğim şudur ki yüzün çok...çok...

Bilmiyorum işte, çoktun sadece.

Her şeyde çoktun ama. Bakışın çoktu, sarılışın çoktu, sevgin çoktu, gülüşün, ah o gülüşün ne de çoktu. Herhangi birine fazlaysan, bana kat kat daha fazlaydın. Hak etmiyordum ki seni, ben aptalın tekiydim. Benim sevgimi anlatmam için yıllarca uğraşmam, bir şeyleri elime yüzüme bulaştırmamam gerekirken sen bir kez başımı okşayışınla anlatırdın bana şefkatini, sevgini. Hep fazlaydın bana sen.

O günde gidiyordum işte. Asla ikinci plana atmam dediğim takıntılarım yeni tavırlarımdan rahatsız çantamda öylece bekliyorlardı. Mesela kahverengiyle siyahı beraber düşününce bile sinirlenen ben o zaman siyah gömleğimin üzerine o eski kahverengi kazağımı giymiştim. Umursamıyordum yani, o an yanımda yürüyen çocukluğumu umursamadığım gibi. Sürekli boş boş bakan çocukluğumu. Her bir anını hatırladığım ama bunu kat'iyen kabul etmediğim çocukluğumu.

Sana ne kadar kızsam az. Elimi tutarak en büyük hatayı sen yaptın bence. Karman çorman olmuştum ben. Annemin şekil vermeye çalıştığı, abimle olan kavgalarım sırasında kenarları bozulan, her ihanet edenin şöyle bir karıştırıp gittiği o bulamaca elini sen sürdün. Bencil tarafım iyi ki dese de o ezik taraf kabullenemedi bu durumu. Üstün başın benim kırgınlıklarımla dolardı, parçalar bedeninde kesikler bırakırdı sevgilim, kıyamazdım.

Hiç unutmam çok üstüme gelmiştin bir gün, zorla söylettirmiştin bu tedirginliklerimi. Ben başımı yerden kaldırmadan özür dileyerek işkencemi sonlandırdığımda kahkahayı patlatmıştın. Başımı hızla kaldırıp istemsizce kaşlarımı çattığımda da burnumu sıkmıştın. Bulamaç kısmını tekrar edip ayrı bir kahkahayla onurlandırmıştın bulunduğumuz odayı.  Ben sesinle kontrolden çıkan kalbimi o an ciddi olduğuma ikna etmeye çalışırken sen bana "Şaşkın" demiştin, "Pamuk şekerine bulanmayı kim istemez?"

Benim gitmemi engelleyişinin beşinci gününde sürekli yanımda gezdirdiğim çantamı almıştın elimden hatırladın mı? İşte en çok korktuğum anlar. Ne de bencilim değil mi? Görürsen beni bırakırsın sanmıştım. Gördün, bırakmadın, ben seni daha fazlası imkânsız derken daha fazla sevdim.

Çantayı açıp buruşturup tıkıştırdığım anılarmı tek tek çıkarmaya başladın. Ben vereceğin tepkileri hesaplamaya çalışıp korku seviyemi arttırırken sen dağınıklığım yüzünden homurdandın. İşte bu da en şaşkın anlarımdan ikincisiydi, ilki tabii ki pamuk şekeriydi, bak yine utandım.

"Bu şekilde yerleştirirsen hiçbir şey sığmaz, cidden beceriksizsin" dedin ben seni sonuna kadar açık gözlerle izlerken. "Daha çok yer lazım bize küçük hanım, mutluluklarımızı bu ufacık yere sığdırmaya çalışacaktın öyle mi yani?" dediğinde gerçekten şansını zorladığını düşündüm. Zira yaptığın beni şaşkınlıktan öldürmeye teşebbüstü.

Sonra sen bütün ağladığım anılarımı üst üste koydun, en üsttekine bakıp gülümsedin ve onu düzeltmek için daha bir ayrı uğraştın sanki, o an buna anlam verememiştim. Elinle kenarlarından nazikçe çekiştirerek düz bir hâle getirmeye çalıştığın diğer anılarımı da kendince ayırdın. En alta umuttan yoksun anılarımı koydun, ben onları hatırlayıp yüzümü düşürürken gerisini nasıl yerleştirdiğine dikkat etmedim. Sonunda gerçekten de kalan büyük boşluk hayret vericiydi. En üste gülücükle süslenmiş anıları koyduğunu gördüm. Tam bir aptala benziyorum oralarda diye geçirmiştim içimden. Gözyaşı tayfasını koymadığını fark etmem uzun sürdü galiba, sen de susmuştun, anlayamadım. "Bu kadar ağlayacak ne vardı sanki?" diye huysuzlandın, "Bunları da ben saklayacağım" dedin. Neymiş efendim, onlar hep gözünün önünde olacakmış ki hiç unutmayacakmışsın beni bundan sonra bunların onlarca katı kadar güldürmen gerektiğini. Sözlerinin etkisiyle ortamdan soyutlanmışken hayal meyal hatırlıyorum şimdi kendine aldığın, özenle dizdiğin buruşukluklardan en üsttekini katlayıp ayırdığını.

Ben artık tepkilerimi ayarlayamamaya alışmışken sen çantayı elime tutuşturup, benim çok güçlü olduğumu söyledin. Gülümsemeni bir anda bozarak kızdın sonra, "Sakın dağıtayım deme, o tarifsiz gülümsemelerini hediye ettiğin değerli anılarını şimdi seni korkutan anılarının etrafına sardım. İyileşmek gerçekten hiç zor değil, ben senin elini tutarken" dedin. Ben yine daha fazlasının mümkün olmadığını düşünürken seni daha fazla sevdim.

Ne diye tekrarladın bunları diyeceksin. Bilirsin sevgilim, utanır söyleyemem de, seni anlatırken binlerce boynu bükük kağıt doldururum böyle. Şimdi de cüzdanında bulduğum şey yüzünden şevke geldim işte. Eskiden katlayıp ayırdığın, gözyaşı tayfamdan bir parça. Sen gelmeden önce mutluluktan ağladığım tek anım. Üniversiteyi kazandığımdaydı o da. İlk tercihime yerleşmiştim. O an dünyanın en güzel şeyiydi o. Bulduğum şeyle içime dolan huzur arkasındaki küçük notunu görünce nasıl da arttı bilsen. "Benim pamuk şekerim, sadece benim" yazmışsın.  Buradan oturmuş fazla ne büyüklükte gülümseyebiliyoruz onu test ediyorum ben de. Şu an ki sınırımı senin notunun altına yazacağım cümleyle aşmayı planlıyorum hatta. Kalemi daha bir sıkı tutup düzeltiyorum:

"Oğluyla babasının pamuk şekeri, sadece oğluyla babasının"