karalar veya siyahlar

I.
Yarı sürreal bir akşamdı, içinde atlayış kelimesi geçiyordu. Mükemmel acılar ve müthiş korkulardan besleniyordum. Sayfaları yarı tanrı süsü verilmiş insanlar tarafından çevrilen kanlı bir kitaptı zaman. Tam da gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmek üzereyken aniden sahneye fırlıyordu mesleği cücelik olanlar. Hasılat, görüntü ve inandırıcılık saçıyorlardı etrafa. Dikkati dağılıyordu hakikati patlayan toplumun. Anımsamayı unutmuş popüler kültüre karşı tek silahım düş görünüşümdü. Ve başarısızlık konusunda oldukça başarılıydım. Ama fikirsel hareketsizliği hiç uygun bulmuyordum kendime. Tuttum atlayış kelimesini saplayıverdim hizaya çekilmiş şehrin en hatalı yerine. Bir sürü at sineği havalandı satılık kalplerden. 

II.
Beni en çok üzen; bütün iyi şeylerin, güzelliğin, özgürlüğün, aşkın ve dostluğun uzaktan geçen hayali bir trenin içinde olduğu hissine kapılmak ve o trene hiç binemeyeceğimizi düşünmekti. Mutsuzluğun rahatlık veren bir duygu olarak sürekli etrafımda dolaşması kelimelere başkentlik yapan iflah olmaz dilin ana kaynağıydı. Uyanmanın sınırına vardığımda anladım; yok edilmeye alışmak sadece bir yanılsamadır ve bu yanılsama medeni dünya korosunun en büyük ama en zayıf komplosudur. Asıl şiir; karanlığın ve kötülüğün sözcülüğünü yapan her şeye karşı güneşi uygulamakla başlayabileceğini söyleyenlerin yan yana gelmesidir. O gün, yani tek silahımın düş fırçası olduğu, yani kendimi başka rüyalar için feda etme düşüncesine sahip olduğum o kusursuz yarı intihar günü, başlangıç kelimesini saplayıverdim dayatılmış serüvenin en hatalı yerine. Bir sürü el değmemiş umut havalandı eğilimli kalplerden. 

III.
Dünyayı anlayabilmek için insanın önce kendisini ve kusursuz doğanın içindeki şiirsel matematiği anlaması gerekir. İmgeler kampında boşlukta uçuşan dağınık toz zerreciklerinden anlamlar yaratmaktır gerçek bilinç. Eski bir tapınak yazıtında “hayat karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana ulaştırıp ulaştıramadığınla ilgilenir” der. Ama hayatın ilgini çektiği o yer aslında üstü renkli ve parıltılı yapraklarla örtülü cazibeli ve buyurgan bir tuzaktır. Çünkü gemiye ve limana anlamı veren; karşılaşılan fırtınaların yüzüne yapıştırdığı seslerdir. Çünkü diriliş seslerle başlar. Limana vardığında kötülüğün o klişe tanrısı parmağını tıkır tıkır işleyen yok etme mekanizmasının düğmesine uzatmış olarak bekleyecek seni. Sana sahte “son şans”lar ve yenilgiler vermenin zevkiyle kahkahalar atacak. Senin elinde ise onu durduracak tek şey; fırtınalardan biriktirdiğin, evrenin dudaklarını sorgulayan seslerdir. Tahayyülün sınırına vardığımda tehdit edilmiş bir tebessüm dolaşıyordu yüzümde. Ayağa kalktım ve işaret parmağımla düzelttiğim çığlık kelimesini saplayıverdim kum çağının en hatalı yerine. Bir sürü mavi ülke, mavi kadın ve gözleri uzaklara dalan çocuklar havalandı ölümlü kalplerden.