Paylaşmak

Paylaşmak deyince ne geliyor aklınıza? Ya da neler geliyor?

Paylaşmak kelime anlamı olarak ilk maddeyi paylaşmak anlamını bize çağrıştırsa da, aslında çok daha geniş bir alanı kapladığı kesindir.

Millet olarak paylaşmayı çok sevdiğimizi söyleyemeyiz değil mi? Yani tam anlamıyla bunun manevi hazzına varan kişi sayısı günümüz şartlarında oldukça az olmakla beraber, git gide de azaldığı aşikârdır. Burada asıl kasıt olarak yardımlaşmayı düşünebilirsiniz. Evet, ilk olarak yardımlaşmak açısından paylaşmayı düşünürsek ciddi anlamda bencil olduğumuz gerçeğini inkâr edemeyiz. Bu durum senin, benim, onun, ötekinin, diğerinin veya hiç tanımadığımız milletler için de geçerlidir. Bizler yardımlaşma paylaşması konusunda fazlaca ben merkezliyiz. Yani her zaman ilk önce kendimizi düşündüğümüz gerçeğidir.

‘Veren el, alan elden üstündür.’ Bu hadis hayatımdaki hadis havuzunda ayrı yeri olan bir hadis olmakla beraber, kelime anlamı olarak sevdiğim bir ifadeyi içermektedir. Kendime kılavuz edinmek istediğim bir yol haritasıdır. Ne kadar hakkını verebilirim veya verebiliriz ama yine de aklımızda bulunması gereken bir Peygamber sünneti olduğunu unutmamamız paylaşma içgüdülerimiz açısından tetikleyici niteliğindedir.

Bizler kendi yiyeceğinden, ancak kendine yetecek veya yetmeyecek kadar olan birikiminden paylaşan Peygamberin ümmetiyiz. Öyleyiz belki ama bizler onun yaptığının yüzde birini bile şuan yapmıyoruz. O kadar garantici bir şuura sahibiz ki; paylaşma isteğimiz ancak kendi hayatımızı, çocuğumuzun hayatını, annemizin-babamızın hayatını garanti altına aldıktan sonra ön plana çıkartıyoruz. Önce biz, önce ben, önce çocuğum… Hep, verirsem eksilir mantığı beynimizi sarmış durumda. Eksilir ve ben şunu yapamam, bunu yapamam vs. Yukarıda bahsettiğim hadisi aklımıza getiren yok ne yazık ki. Veren elin üstünlüğü ve belki de en önemlisi verirken; veren eli diğer elin bile görmemesi durumunu idrak edebilmek yüceliği… Bu saydıklarım kaçımızda var ki artık?

Kaçımız eksilmeyeceğini düşünüp veriyor veya verirken kaçımızın verdiği eli diğer eli görmüyor? Şimdi diyeceksiniz ki yardım yapan birçok iş adamı ve zengin aileler var. Evet, mutlaka vardır. Ama benim derdim az olandan verebilmek. Bu zenginliğe sahip olabilmek!

Toplum olarak yardımlaşmak adına paylaşmayı pek sevmediğimiz gibi, paylaşmayı da bilmiyoruz. Nedir bu paylaşmak? Yazımın giriş kısmında paylaşmanın çok büyük bir anlam aralığını kapsadığını ifade etmiştim. O yüzden şimdi maddeyi değil maneviyi paylaşamadığımızdan bahsetmek istiyorum birazda..

Bizler sevgileri, mutlulukları, acıları, sıkıntıları bile paylaşamıyoruz. Paylaşmak konusunda tamamen kısırlaşmış bir ruh halimiz olduğu ve daha da katılaştığımızı kim inkâr edebilir. Hangimiz koşulsuz, bir yakınımızın, arkadaşımızın veya herhangi birinin, başka bir milletin derdini, sıkıntısını, mutluluğu, sevincini paylaşıyoruz. Paylaşmak istiyoruz. Gündemimizde ne kadar yere sahip oluyor bu duygular. Eminim ki o kadar az bir yer.. ‘Koşulsuz paylaşmak.. Gerçekten var olduğunu hissettirebilmek. Ben de varım bak diyebilmek. Bunu gösterebilmek. Herkese karşı yapamasak da en yakınlarımızdan bunu esirgemesek.’ Kendi ailesinin maneviyatını bile paylaşmakta cimri davranan öyle insanlar tanıyorum ki.. ‘Bir gülümsemeyi bile paylaşmayan insanlar, paylaştıkça yücelen kalplerden mahrumlar.’

Ah keşke paranın öneminden önce paylaşmanın önemini çocuklarımıza öğretebilsek! İşte o zaman az olandan ne kadar büyük sevgilerin ortaya çıkacağını görmüş olacağız. Bizler gibi, bizden sonra ki nesiller de bunu görmüş olacak.

Sonuç olarak; ister maddi isterse manevi ihtiyaçlar olsun paylaşmayı hayatımızın merkezine almalıyız. Vererek eksilmeyeceğini ruhumuzun ve maneviyatımızın zenginleştiğini de fazlasıyla görmüş olacağız. Zenginliğin cüzdanda değil de kalplerde biriktiğini fark ettiğimizde ise yaratılışımızın o ilk temeli üzerinde durup düşüneceğiz. ‘Şuanda birçok nimete koşulsuz sahip değil miyiz?’

Unutmayalım ki; biz çok iyi donanımlarla yaratılmış bir varlığız, biz insanız…