Hoşgörüyle sevmek

Bir şeyler yazmak istiyorum aslında, aklımdan geçen onca şeyi kâğıda dökmek ve bu yükten kurtulmak. Ama nedense elimi klavyeye attığım anda unutuyorum bütün düşündüklerimi. Keşke geldikleri her an kâğıda aktarma şansım olsaydı? O zaman en azından benim için çok önemli olan yazmak isteğimi de ötelememişim olurdum. Ama ne yazık ki günlük koşuşturmada öyle olmuyor maalesef...

Ama bu sabah kararlıydım mutlaka bir şeyler yazmalıydım, fena halde ilham gelmişti çünkü!

Biraz kendimi zorladım, sonra biraz daha… Evet, oluyordu galiba, yazdıkça arkası geliyor bu da beni mutlu ediyordu…

Uzun zamandır düşündüğüm ve gözlemlerime dayalı olarak tespit ettiğim bir konu vardı aklımda! Onunla ilgili yazmaya karar verdim..

Hayatımızı sevgi üzerine kuralım diye öğütler almış olsak da, sevgisini gösteremeyen yegâne varlıklar olduğumuz gerçeğini nasıl göz ardı edebilirdim ki? Hele de şu günlerde; herkes birbirinin boğazına sarılmışken.

İster bunu siyasi algılayın, isterseniz duygusal. Ne açıdan bakarsak bakalım, bizler sevgiden çok kızgınlığımızı, gülümsemekten çok asık suratımızı çevremize yayıyoruz aslında. Böyle yaparak daha ulaşılmaz, daha havalı olduğumuzu düşünüyoruz sanırım..

Oysa her şey Aşk’la başlamadı mı bu dünyada? Dünyanın yaratılış nedeni, Yüce Yaratıcı'nın Hz. Muhammed’e duyduğu sevgi değil miydi? Ve Hz. Muhammed’in Yüce Yaratıcı'ya olan teslimiyetinin bunun en büyük göstergesi olduğunu kim inkâr edebilirdi? Sonra Hz. Mevlana’nın Allah’a olan aşkı, Yunus Emre’nin bundan farklı olmayışı, Tebrizli Şems’in Mevlana’ya kavuşmak için yollara düşmesi aşk değil de neydi o zaman? Her şey bu kadar aşk üzerine kuruluyken, bizler ahir zaman insanları neden bu kadar sevgisiziz, neden bu kadar ben merkezliyiz?

Şimdi diyeceksiniz ki; biz sevgi gösteriyoruz yakınlarımıza. Evet, doğru hepimiz gösteriyoruz bunu yakınlarımıza, ama benin bahsettiğim yakınlarımıza duyduğumuz sevgiden çok farklı!

Sorun aslında bizim biraz ben merkezli yaşamış olduğumuz ve buna doğru yönlendirilmemiz gerçeği. Kendi yakınlarımıza olan sorumluluklarımızın birazını yerine getirdiğimizde bu işten kendi payımıza düşeni yaptığımızı düşünüyoruz.  Ne büyük bir gafillik.

Oysa bizim çok güzel bir âdetimiz var. Selamlaşmak! Adetten öte İslam dininin çok güzel sünnetlerinden bir tanesi. Selam vermek sünnet, almaksa farzdır. Günümüzda hala bunu yerine getiren büyüklerimiz olsa da biz gençlerin kaçı bunu yapıyoruz? Devede kulak kalır her halde bu oran. İşe giderken, işten gelirken, alışverişteyken, sokakta yürürken değil selam vermek birisi bize yanlışlıkla çarpsa onun neredeyse boğazına yapışacağız. Hatta selamlaşan birilerini gördüğümüzde onlara tuhaf gözlerle bakmayı da ihmal etmiyoruz. Yadırgıyoruz. Bu zamanda hala selamlaşmak mı olurmuş?

Oysa işyerine geldiğimizde veya bir topluluk içerisine bulunduğumuzda bizden sonra başka biri gelip bize selam vermediğinde bozuluyoruz. İçimizden hiç de iyi duygular geçmiyor.

Ama bu kural medeni yaşamın getirdiği bir kural, medeni olmak istiyorsak bunları yerine getirmeliyiz diyor birçok toplum bilimci. Evet, ben de kesinlikle katılıyorum buna. Ama bu medeni yaşamdan önce de bize söylenen şey değil miydi? İslam dininde zaten her şey daha asırlar önce böyle iletilmemiş miydi? Selamlaşmak bizim en güzel toplumsal kuramlarımızdan biri değil miydi? Gülümsemenin bile bir sadaka olduğu bizlere söylenmemiş miydi?

Ümmetini bu kadar can-ı yürekten seven bir Peygamber'in çocukları değil miydik biz? Ve bizler onu görmeden sevmedik mi? Galiba tam anlamıyla sevmedik, sevemedik. İçimizde gerçek anlamda tam manasıyla oluşmadı bu sevgi. Bizler Yüce Yaratıcı'yı o en büyük aşkla sevemedik, Peygamberimiz'i, sünnetlerini anlayamadık. Eğer anlamış olsaydık şuan birbirinin gözüne oymak isteyen insanlar yerine, birbirine sevgi gösteren insanlar çoğunlukta olurdu.

Sanmayın ki; bunları yazıyorum diye ben dört dörtlüğüm. Hayır, ne yazık ki öyle değil. Ben de yukarıda yazdıklarımdan farklı bir yol çizemiyorum belki de kendime. Ne kadar acı değil mi? Bunları düşünüp te hala yapamamak. Bunda biraz da çevremdeki insanların etkisi olduğunun farkındayım, özeleştirimi kendime yapsam da etrafımdaki kişiler de hiç de masum değil bu konuda.

Ama yine de kendime örnek aldığım ve elimden geldiğinde uygulamaya çalıştığım bir hadis var. ‘Seven sevdiğini sevdiğine söylesin’ ne güzel biz hadis değil mi? Sevdiklerimize onları sevdiğimizi söylemenin, arkadaşlarımıza gülümsemenin, mahallemizde, sokağımızda yaşayan insanlarla selamlaşmanın, merhabalaşmanın, çocuklara sevgi göstermenin insana zarar değil de fayda getireceğini anladığımız anda bütün ön yargılarımdan ve o yerlere indiremediğimiz egomuzdan kurtulmuş olacağız.

İnanın hiçbir şey eksilmez bizden, mütevazı olmak insanın alçaltmaz aksine insani duygularımızı ve insan olarak bizleri yüceltir. Yani kazanan insanlığımız olur, insanlık olur ve manevi olarak donanımlı yetişen nesiller olur.

Sevgilerle...