Ölüm Kokusu

Yaşamak, ne sıradan bir sözcük telaffuz ederken. Ölüm ise dile yanaşamadan daha içini titretiyor insanın. Yaşamanın çaba gerektirdiği bir coğrafya akıllarda silik bir yer kaplıyor gibi. Her yağmurlu günde burnumuzu sızlatacak kan kokusu duyulmuyor sanki. Yaşamayı umut etmek…

Düşüncesi bile haykırmaya başlıyor zihinlerde oysa. Ya umutları bakışlarından silinmiş  çocukların ellerinde kana bulanmış topraklar? Ya da topraklara gömdükleri hayalleri, gelecekleri mi demeli? Sahi ati düşüncesi ne hissettirir o ürkek kalplerde kim bilir. Oysa yüreğinin bir saniye sonra atabileceğinden şüphelenirken... Yıllar öncesinden anlatıla gelen bir efsane değil bu dillerde dolaşan. Ümit etmek ve korkmamak için cesaretlendirilmeyi bekleyen binlerce çift göz…

Ağlamak yetmez, anlamak için. Anlamak da yetersiz hissedebilmek için. Hakikat gibi karşısındayken korkmak değil, kulakları günün koşuşturmasında tıkamak değil. Ölümün bir yerlerde 'acısız olsun da' anlamına geldiğini belki de. Ciğerleri pare pare etmek. Geleceğin yok edildiğini, miniciklerin hayallerinin bir tanesini bile kuramadan sonsuz bir yola erdiğini görmek. 'Kardeşliğin' farkında olmak, bilmek,  yanmak gerek aslında yanmak...