Kızım'a

(Ömer Koca, aramıza yeni katıldı ve ilk yazısını içindeki küçük kıza yazdı...)

- Hemen yargıya varmayalım efendi! Anlamında tutarsızlık gördüğümüz cümle, bizim tanışık olmadığımız bir suya, onun bulunduğu kaba ve kulpuna ait olabilir nitekim. Kulptan tutmaya çalışmakla başlayabiliriz yola. Tutmaya çalışmalı vesselam.

- Şu meralin de tutacak bir kulpunu bulsaydım bugün karşında sap gibi oturup bunları konuşur olur muydum hiç?

İkisi de küçük bir kahkaha attı birbirine bakarak.

-Varoluş sancısı. Sallanıyoruz efendi sallanıyoruz..

Küçük kız oyuncaklarını serdiği kanepenin duvarla arasında kalan köşeden çıktı. Daha fazla dinleyemedi babasını ve arkadaşını. Büyükler neden böyle saçma konuşurdu ki. Büyük olmanın o kadar işe yaramaz, saçma yanları vardı ki, bunları düşündükçe kendini özel hissederdi hep. Asıl oyuncakları da öteki odadaydı zaten. Gidip biraz mıknatıslı kalemiyle resim yapsa fena olmazdı. Yere uzanıp onunla oynarken sık sık uyuyakalırdı ve bunu seviyordu da... Bir zıplayış, fırladı kapıya doğru. Babası bağırdı arkasından:

- Kızım annene söyle çayları tazelesin, geliyorum.

/ Bana babasının kızı derler hep. Sessizim biraz. Çok da ihtiyacım yok aslında konuşmaya. O kadar çok oyuncağım var ki benim. Sizi hepsiyle tanıştırmam imkansız gibi. Hele annemle tanıştırmam… Yazmayı da yeni öğreniyorken bunların hepsini yazmam asırlar alır sanırım.

Neyse ilk oyuncağımı babamdan aldığımı düşünüyorum. Bir korkuluktu. Canlı mıydı değil miydi inanın bilmiyorum ve anlatamam da.

Sonra aile büyüğümden, insanların büyüyünce icat ettikleri şu boyumdan büyük adam heykelini aldım. Zamanla sadece adının böyle kazındığını anladım. Aslında heykelin ne kadar zarif işlendiğini farketsem de biliyordum, tutunacak bir hediye değildi.

Arkadaşlarımın ilk hediyesini de dün gibi hatırlarım. Bir yoyoydu. Ve bana doğru yükseldikçe farkettim ki; bunun rengi berbattı.

Sonraki arkadaşlarımdan daha da büyük bir yoyo aldım. Ve onlara doğru döndükçe farkettim ki; rengi de kokusu da berbattı.

Sonra ailemden de, etrafımdan da çok çeşitli hediyeler aldım, zihnimin her köşesindeler. Çoklar. Ha birde benim gibi küçük bir kızdan aldığım hediye var tabi. Adıda sarı’ydı. Bunu da anlayamadığım ve anlatamayacağım kısmına ekleyebiliriz.

Öyle ya o kadar hediye aldım ki önce onlarla barışabileceğim, tutunabileceğim bir şeyler arayışındayım. Veya yeni hediyeler, umutlar... Konuşmaya vakit yok yani. Varoluyorum…

Bugün yirmi yaşındayım. Bu da hediyelerimle geçirdiğim sancılı bir zaman dilimi. Bu hediyem de babamdan bu arada. Bir kalem.

Hediyelerimle geçirdiğim şu zaman, hediyeler, izler, sahipleri, içimdeki küçük kızlarım, ben ve kafam.

Çok kalabalığız. Bir şeyleri özetlemem lazımdı. Otobüs gelir, gideriz dedim. Otobüs bekliyorum… /

Küçük kız artık yirmi yaşında. Kendini o günler özel hissetmesine bugün gülebilecek yaşta. Uzakta, başka şehirde hala zarif ve düşünceliydi.

Çayını yudumlarken, söylediklerinden bîhaber, karşısındaki arkadaşının kahkahasına katıldı. Sonra sözünü kesti ve gözlerine baktı.

- Varoluş sancısı. Sallanıyoruz efendi, sallanıyoruz…