Her Çocuk Bir Yetişkin

Küçük ıssız bir kasabada üstü başı yırtılmış, hıçkırıkları yankılanıyor küçücük bir çocuk karşımda. Yalın ayak bir oraya koşuyor bir buraya. Ne aradığını unutmuş gibi yüzünü buruşturuyor. Ağlıyor, koluyla siliveriyor akıp duran burnunu. İç çekiyor sürekli. Birisinin ona derdini sormasını bekliyor belli ki. Çok korkmuş anlaşılıyor. Neler olmuş burada diyesi geliyor insanın. 'Eskiden nasıl da güzeldi buralar' diyor çocuk ağlayarak. Hiç inanılası bir şey gibi gelmiyor. Harabe evleri, terk edilmiş camları indirilmiş dükkanları görünce. Doğa bile terk etmiş sanki buraları, tek bir yeşillik bile kalmamış. Çiçekler solmuş olan ağaçlarda çoktan kurumaya yüz tutmuş. Böylesi bir yerde ne işin var senin küçük çocuk? ''Arıyorum'' diyor omzunu kaldırarak. Ne arayabilir ki ya da aradığı neyi bulabilir  bu çocukcağız harabelerin içinde? Bulurum dercesine adımlarını sıklaştırıyor. Koşmaya, daha da hızlı koşmaya başlıyor. ''Dur beni bekle çocuk! Tek kalma.'' Yanmış bir eve giriyor şimdi. Hayır bu değil. Sonra diğerine giriyor. Yüzü asık yine, çıkıyor bu da değil. ''Ne arıyorsun çocuk evini mi?'' Bu soru sinirlendiriyor sanırım onu. Kaşlarını çatıyor, o küçük dudaklarını büzüyor. Islanmış kirpiklerinin içinden iki alev topu fırlıyor adeta. ''İnsan bilmez mi hiç kendi evini? Yanmış olsa yıkılmış olsa bile bilemez mi onca anısından, yaşananlardan? Hayallerinden küçücük bir iz olsun bilmez mi kendi olan şeyi? İnsan bilmez mi hiç kendini?''

Şimdi anlıyorum küçük çocuğun bu hıçkırıklarının sebebini. İnsan hiç bilmez mi kendini... Bilmeden çoğu zaman düşünmeden yaptıklarımızın ceremesini kendimizi bulmaya çalışarak öderiz bazen de. Ve kendimize ait şeylere küçücük olsun kıymet vermekten kaçarız. Ağlama küçük çocuk. Kimi zaman yakarız, yıkarız, harabeye çeviririz hayatımızı. Sonra ufacık olsun bizden bir iz olsun bulmak için çabalarız. Yenilgiye uğramışçasına ama vazgeçmeden, bazen yıllar öncesine küçük bir yolculukla kim olduğumuzu, özde nasıl olduğumuzu bulmak için düşeriz yollara.