Bir Fincan Kahve

Sararmış eski sayfalara baktıkça aklıma gelen anılarım var... Belirli bir yerde doğmamışlığımın getirdiği kalp burukluğu, hiç bir zaman ölmeyeceğimi bildiğim için yerini yeni doğmuş bir bebeğe bırakıyor. Akşam oluyor bebek büyüyor. Uyurken ufacık dudakları kıpırdıyor. Ertesi gün bedeninin kuvvetlendiğini göstermek için yatağında sağa sola dönüyor. Annesi onu kucağına almadığı için, babasına gülücükler atıyor. Bebek büyüyor...

Gün geliyor tek başına yatağından çıkmak için zorlada olsa doğruluyor. O küçük bacaklarıyla Dünya'yı gezebileceğine inanıyor. Fakat ağırlığını daha fazla taşıyamayan bacakları, pes edip yatağa oturmasını sağlıyor. Bebek ağlıyor. Babası sesini duyup yanına geliyor. Onu kollarının arasına alıp Dünya'yı gezdiriyor. Oturma odası, mutfak, banyo...

Bebek uyandığında kendisinde bir şeylerin değiştiğinin farkında. Sanki ağızının içinde çıkmayı bekleyen kanaryalar var. Ne olduğunu anlayıp dudaklarını kıpırdatmaya başladığında ağzından çıkan sesler odayı dolduruyor. Anne ve baba kahkahalar atarak birbirlerine sarılıyor. Bebekte bu durumu görüp kanaryaların uçmasına daha çok izin veriyor. Yakın zamanda sayısızca kanaryası oluyor bebeğin. Ama artık kendisine bebek denilmesini istemiyor. Çünkü o artık yürüyor, mantıklı cümleler kurabiliyor. Hatta annesinin izin verdiği uzaklıkta ki bir bakkaldan şeker bile alabiliyor. Bizim bebeğimiz artık bir çocuk.

Büyüdükçe masumiyetini kaybeden çocuk, arkadaşlarının canını yakmaya başlıyor. Oyuncaklarını kırıyor, küfür ediyor. Anne ve baba ne yapıcaklarını bilmeden çocuğun etrafında pervane olmaya devam ediyorlar. Bir ihtimal sevgi ve ilgiyle düzelir diye. Olmuyor, aile fertleri ne yaparsa yapsın çocuğun içinde ki kötülüğü silemiyorlar.

Çocuk doğanın ona bahşettiği en büyük fırsatı kullanarak büyümesinin son aşamasına geliyor. Artık kendince insan öldürebilir, dolandırıcılık yapabilirdi. Ve bir karar alıyor. Öyle bir şey yapacaktı ki bütün Dünya onu konuşacaktı. Yıllar sonra eline onlarca kişiyi katletme fırsatı geçiyor. Zaman kaybetmeden hazırlığa başlıyor, tarihi belirliyor.

Bir kaç gün sonra gazeteler büyük katliamı yazıyor. Amatör videolar yayınlanıyor. Aileler kayıpları için ağlıyor. Bizim çocukta bir kenardan olan biteni izliyor, gülümsüyor ve garsondan bir fincan kahve istiyor.

***

Benim adım Tarih. Keşke benimde kuşe kağıda basılmış anılarım olsa. Başkaları gibi kardeşlerim olsa. Çocuklarımın ellerinden tutup onları parka götürsem. Benim adım Tarih. Aslında hep kötü şeylerin barındırmam ben, iyiliğide severim. Göç eden kuşları, yeni yılda doğan bebekleri severim. Ama insanoğlu böyle şeyleri pek umursamıyor gibi. Daha çok kendilerine ufak zevkler veren şeyleri sevmiyorlar diyebilirim. Hiç bir zaman azla yetinmez, çoğu ister insanoğlu. Eğer ki küçük kardeşiniz bugün yanınıza gelip ben 10 yıl sonra şehri yakacağım derse, güler geçersiniz ona. Ama babanız aynı cümleyi kursa, ürkersiniz. Zaten o yüzden diyorsunuz ya tarih büyüklerin işi diye. Ama kimse arkasına dönüp bakmıyor. O yazılan koca tarihin özünde minicik elleri olduğunu kime görmüyor, göremiyor. Geleceğimizi emanet ettiğimiz çocuklarımız soluyor. Hiç bitmeyecek bir kötülüğe hizmet etmekten kendilerini alamıyorlar. Ben tarih olarak üzülüyorum. Nitekim Fatih Sultan Mehmet gibi Mustafa Kemal Atatürk gibi insanlarda gördüm ben. Ama çoğu insan yinede bu insanların güzelliklerini konuşmaktanda onları kötülemek için beni kullanıyorlar. Ne yapayım? Benim adım Tarih. Yazın çizin, karalayın. Benim adım hep aynı kalacak.

  • Eski olayları inceleyince benimle aynı fikirde olacaksınız Tarihte işlenen tüm cinayetler, küçük eller tarafından yapılmıştır. Albert Samain