Yalan Söyleyen Tarih(çiler) Utansın

Kim tarafından söylendiği tam olarak bilinmeyen ama herkes tarafından tam olarak bilinen bir söz vardır ‘’Yalan Söyleyen Tarih Utansın’’ diye. Bu söz hakkında yazılan kitaplardan, konuşan uzmanlardan tutunda, tarih hakkında hiçbir bilgi birikimi olmayan bir hayli tarihçi(!)miz vardır. Bu söz baz alınarak dünya tarihi ve özelliklede bizim tarihimiz incelendiğinde o kadar çok yalanın, saptırmanın ve çarpıtmanın olduğu görülecek ki, o yalanları gördüğünüzde, okuduğunuzda ve üzerinde biraz zihin teri döktüğünüzde midenizin kalktığını hissedeceksiniz belki de istifra bile edeceksiniz. Bizler bu utanılması gereken yalanları özellikle Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde daha bir arttığını yakından müşahede etmişizdir.

Peki Tarih nedir? nasıl yalan söyler veya Tarih dediğimiz şey yalan söyleyebilir mi diye şöyle bir etraflıca düşünüldüğünde aslında yalan söyleyenin Tarih değil de kendini Tarih’e nispet eden, isimlerin başında prof. dr. ünvanları yazan tarihçilerin(!) söylediğini görürüz.

Çünkü Tarih nedir sorusuna hal dilleriyle Tarih; Tarihçilerin anlattığıdır, söylediğidir diyerek tarihin tanımıyla oynamışlardır. Eğer Tarih ve tanımı tarihçilerin açıklamalarıysa bırakalım, yalanı da Tarih değil tarihçiler söylesin. Ve tarihçilerden bazıları vardır kendi doğrularıyla uyuşmadığı için açık doğruları yalanlarken, bazıları da kendi doğrularıyla kesiştiği için açık yalan/yanlışları mutlak doğru kabul etmektedirler. Böylece bunları dinleyen, izleyen, takip eden bizlere kara’yı ak, ak’ı kara gösterebilmektedirler. Toplum kendi tarihinde dahi bir birlik sağlayamamaktadırlar. Kendi tarihlerinde bile birlik, vahdet sağlayamayan halk ve milletler ise kimseye karşı bilhassa düşmanlarına karşı tem yumruk olamamaktadırlar. Hatta daha kötüsü olmakta toplum kendi içinde onlarca parçalara bölünmektedirler. Şunu da söylemeden geçmek istemiyorum, bu söylenen yalanlar sadece Tarih hakkında kalmayıp, Tarihi Kişiler hakkında olup onlarla ilgili olur olmaz, yalan yanlış, ispatı zor veya imkansız şeyler söylenmekte, yazılıp çizilmektedir. Bu da tarih okurken dikkat etmemiz gereken konulardan biridir. 

O halde bizler ne yapmalıyız, bizlere düşen görev nedir? diye bir soruyu kendi içimize doğru yönelttiğimizde şunları söyleyebiliriz.

Tarih’i birilerinin tekeline bırakmamalı ve terk etmemeliyiz. Çünkü yaşamış olduğumuz şu zamanda tarihi babasının malıymış gibi zannedip öylece küçük dağları ben yarattım havasına çoktan girmiş olanlar, girmeye çalışanlar ve girecek olanlar vardır. Tarih bizden sorulur tavırlarında bulunarak, kendilerinin ezberlemiş olduğu tarihi insanlara öğretmeye çalışmakta hatta empoze etmektedirler. Ve bunun dışında öğrenilen ve öğretilen her bilgi yanlışmış gibi davranmaktadırlar. Biz genç kuşaklar ise bunlara pabuç bırakmadan tarihimize sahip çıkmalıyız.

Daha sonra ne yapabiliriz dediğimizde; Yandaş, tarafgir tarihçilere bakmadan, doğru olan veya doğruluğu ispatlanabilir olan bilgileri araştırıp, inceleyip ve süzdükten sonra kabul etmektir. Şu çağda doğru bilgilere ulaşma ve ulaşabilme imkanımız hiçbir devirde olmamıştır. Bunu fırsat bilip üzeri kapatılmaya çalışılan doğru bilgileri araştırıp bulmalıyız.

Ve son olarak ta Tarih’e doğru bir tarih bilinciyle yaklaşma bilmeyi öğrenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Özellikle bizim yüzyılımızda tarihinden uzak ve o uzak olduğu tarihi hiç bilmeyip araştırmadan, ezberletildiği ve öğretildiğini mutlak gerçek kabul edip, tarih havariliği yapan ve ellerindeki yalan/yanlışlarla körelmiş kılıçlarıyla dehşet saçmakta olan kimseleri görmekteyiz. Velhasıl kelam suçu, günahı, kabahati Tarih’e atmadan şöyle deyip bitirelim ‘’Yalan Söyleyen Tarih(çiler) Utansın.’’

Vesselam…

30 Ekim 2017|10 Safer 1439