Kendi Kendiyle

Yanında yatıyordu. Halbuki az önce yanında yürüyordu, konuşuyordu onunla. Şimdi onun olmuştu. Göğüsleri, kalçaları, dudakları en önemlisi bedeninin tüm sıcaklığını taşıyan kara deliği onun olmuştu. Bedeninin üzerine güneş damlaları düşmüş gibi delik deşik olduğunu düşünüyordu. Sevişince böyle oluyordu demek insan, “düşünsene” dedi durdu gözleri doldu, “kahretmesin” dedi hıçkırdı, “olsun ağlamak da yakışır sevişmelere” diye fısıldadı. Bekledi ve devam etti. “Düşünsene sen onca gün evden çıkmadan önce aynanın karşısında saatler geçiriyorsun, birinin kalbini çalabilmek için… Ve çalma olayı o kadar basit bir şekilde gerçekleşiyor ki sevişince onun oluyorsun. Onun kullandığı bir parfüm, tarak, ona ait olan bir eşya oluyorsun. Kendinden sıyrılıp dağılıyorsun. Tanımıyorsun kendini…”

Kalktı, doğruldu yatakta, yere tükürdü. “Tanımıyormuşum kendimi” Bu doğru mu?

“Size soruyorum, bu doğru mu hey!” “Ahlaksızsın” diye tısladı. Yeni ve daha sıcak bir gözyaşı katresi üç gün önce yanağında çıkmış sivilcenin üzerinden akıp geçti. Nasıl da uğraşmıştı o sivilceyi görünmez kılabilmek için… O kötüydü. Çünkü kırmızıydı ve kocamandı. Çirkin ediyordu insanı. O olmamalıydı. Sevişmek gibiydi tıpkı. Bazen birileri yaşamayı seçmeliydi, fakat sevişmek hariç.” Ah işte onlardan biri benim dedi. Çıplaktı, kalktı yürüdü. Pencereye yaklaşmadı, yaklaşırsa yıldızlar da onu görürdü ya da bulutlar. Belli bir zamanı yoktu sevişmenin! Neden peki? Bilmiyorum! Olsa iyi olur ama! Ortalık yerde çırılçıplak kalmaz insan. Ah ben ben ben diye fısıldadı. Başka bir gözyaşı, bir trenin rayda ilerlediği hızda aktı. Duvarın en köşesine gidip, çömeldi. İlk defa seviştim dedi duvara. Duvar siyahtı. Bazen de beyaz. Belli olmazdı renkleri duvarların. Hangi renge boyarlarsa boyasınlar iki renk vardı sadece. Siyah diğeri beyaz. Durdu düşündü. Ne diyecekti duvara? Hatırladım dedi bir şairin sevişmek hakkında ne dediğini. Sevişmek koşmak gibidir, çayırlarda nefes nefese…

Şairler yalancı dedi duvara. Öyleyse ben de yalancı oluyorum. Bakma bana duvar, yalan söylüyorum. Dinleme beni duvar çünkü konuşmuyorum. Ağzını açtı, seviştikten sonra mimikleriyle yaptığı ilk hareketti; gözlerini kırpmak dışında. Ama sonra hızlıca kapattı. Bacaklarını uzattı duvara paralel olarak. Bak bacaklarım, az önce onun bacakları benimkilere dolandı. Ne kadar kalın ya da ince oldukları fark etmiyor. Dolanıyor her seferinde bacaklar kendiliğinden birbirine. Durdu, bacaklarının üzerine kollarını uzattı. Bak bunlar da kollarım. Bacaklarıma çok benziyorlar. Az öne onu elledim kollarımın ucunda duran ellerimin uçlarıyla. Kollarım da dolanıyor kendiliğinden bir bedene. Sevişmeyi en çok onlar biliyor. Sarılamasaydık sevişebilir miydik? Sanmam, birbirimizin üzerine yığılmış saman balyaları gibi kalırdık. Bu yüzden sevişmeyi en çok kollar anlamlandırıyor. Durdu, hızlıca savurdu sol kolunu duvara doğru. Plastik bir kabın içindeki jölenin sallarken çıkardığı sesin aynısıydı yankılanan ses. Al kolum senin olsun duvar. Sen de sevişebil bizim gibi. Durdu, başının sol tarafını duvara dayadı. Bacaklarını kendine doğru çekti. Çıplaksı bir hüzün ile karışmış korkuyu hissediyordu içinde. “Yanında duruyordu her şeyin. Oysaki geçip gidebiliyordu insan. Sevip duruyordu her şeyi. Oysaki sevmese de olurdu insan…” Sevişmeyelim bir daha duvar. Gözlerini gözlerimden kaçır sana baktığımda. Çünkü biliyorsun sen duvarsın, ben insan. Sen erkeksin, ben kadın .Üzerime üzerime gelme her seferinde, sen de dağıl benim dağıldığım gibi öylesine kolayca. Konuşma benimle duvar. Durdu. “Ahmaksın sen duvarlar konuşmaz” dedi. Onlar sadece dinler. Tamam o halde dinleme beni duvar. Çünkü saçmalıyorum, inan sana anlattığım kadar gülmedim hiç. Bu yüzden öyle bir sırtını çevir ki bana, soğuk ol duvar! Köşe bucağına sığınmama izin verme. Kalktı gerindi yanında biri yatıyordu, her seferinde olduğu gibi. Fakat sevişmemişlerdi. O hep tavana bakarak sevişiyordu. Tavanda bir ayna asılıydı. Kendisini görüyordu, dudakları gülüyor, gözleri ağlıyordu…