Görünmeyen

Genel tablo olarak biraz düşündüm bugün… Aylar sonra belki de ilk defa kalbime bağlı kalarak değil. Sadece düşünerek yazdım… Dedim ki şu an neden yazıyorum. İşte burada onu sorgulama eylemine fütursuzca dalıyorum…

İlk başta çok saçma olarak galaksiler ve galaksiler ötesinden başladım… Öyle ki evrenin görebildiğimiz kısmında bizim samanyolu galaksisinin de içinde yer aldığı galaksiler topluluğubir karınca gibi gözüküyor… Bunu gördüm evet… Ve bunu düşündüm. Kareyi biraz büyüttüğümüz zaman bizim galaksi topluluğumuzun içinde bu defa bir yıldız gibi görünen samanyolu galaksisine baktım. Allahım o ne güzellik öyle… İçinde binlerce sistem var… Fotoğrafın içine girdikçe, beynime bir çizik atıyordum… Sonra o sistemler içinde güneş sistemi ve onun içinde belki de en küçük gezegenlerden olan dünya… Dünyamı bulmuştum… O kadar çok fotograf karıştırdım ki sonunda ufacık dünyamı bulmak beni o kadar sevindirdi ki. Oh be dedim sonunda buradayız… Sonra düşündüm… Beni ve arayıp bulduğum seni düşündüm…

Önce en baştan bir insan olarak yazmayı düşündüm. Neden yazıyorum dedim… Neden başladım ve şimdi neden yazıyorum. Neden bazen bir ölü ozan olurdum, bazen bir derviş ve bazen lanet olasıkla sözleri bile okunmaya değmeyen patavatsız ve dengesiz bir dalkavuk oldum… Sonunda düşünür oldum… Düşünmek ile varoldum… Yazarak buldum kendimi dedim… Sonra hemen teşbihte hata olmaz zaten diyerek başladım teşbih yapmaya… Hadi gel bizim hikayemizi anlatayım sana…

İnsan olarak kendimi yücelttim ve evrenin görünen kısmı varsaydım… Benim içimde binlerce galaksi topluluğu var. Öyle ki hepsinden gelen enerjiyi hissediyorum… Galaksiler boyu yazıyorum… Doyumsuz bir şekilde büyümek ve gelişmek istiyorum… Sonra bu galaksiler topluluğunun içinde küçük bir galaksi görüyorum beni orada çeken bir şey var… İşte orada büyük bir şey hissediyordum… Oraya gitmek için galaksileri bir top gibi salldım ve birbirine çarpıp yol aradım… Sonunda yazarak oraya gidiş bileti aldım ve girdim sonunda o kapıdan. Yazma serüveni böyle başladı işte… Ama işte yine ortada yoktu hiçbirşey… Sadece milyonlarca yıldız sistemi. Devasa bir içim varmış da ben yeni keşfediyormuşum… Yıldız sisteminin içinde en sıcak olanına doğru çekildim.. Mıknatıs gibi oraya çekiliyordum ve o kadar dolmuştum ki müdahale edecek takatim kalmamıştı… Ben senin için yazdıkça… Sana doğru paytak her adım atmaya çalıştığımda… Her kelime, her cümle, içime attığım her çizik, her defa, her kere işte o sıcaklığı hissedilerek sanırım güneş sistemine geldim… O kadar parlaktı ki evrenin görünen kısmı olarak ben bile bu kadar parlak ve sıcak bir şey görmemiştim. Nede güzel şeydin sen öyle… Oysa benmi geldiğim yerlerde karanlık gözüküyordun… Derine inmek lazımmış dedim o sırada… Sonra içimde bir yaşam enerjisi hissettim. Kendimi keşfetmeye başladım. Sanki tüm evrende tek ben varım korkusundan kurtuldum o an. Yalnızlığın o eskimiş ve kalın derisinden sıyrıldım ilk önce. Sonra yavaş yavaş damarlarım açıldı ve gözlerime kan, yüzüme fer, hayatıma his geldi… Yaşadığımı farkettim ki evren olarak ben canlıydım artık.. Ve sonrasında güneş sisteminde yaşayabileceğim bir yer aradım. Sonra onu seçtim evet bize en uygun olarak gördüğüm yeri… Dünya dediler adına. Benim içimdeymiş meğer… Ben adını kalp koydum… Dünya çok sıradan geldi… Sonra kalp her attığında iç dünyama kan geldi, can geldi, hayat geldi ve hissettim. Kalbime atma fikri nerden geldi bilmiyorum. Ama ben yaşadığımı hissediyordum… İşte benim için yazmak artık bunu ifade etti. Arayışı tanımladı… Koskoca evren olarak, bilmediğim ve yalnızlıktan sıyrıldığım senin egemen olduğun gezegeninin içinde, kalp atışlarımı hissetmek ve heyecan duymak için yazmaya başladım. Sanırım kendime kavuştum… E ben seni tüm galaksilerde aradım… Sonsuz kez aradım. Buldum sandım ama karanlığa tosladım… Sonra işte güneş sen çıktın… Karanlığa öyle bir sille çaktın ki, şoka girdim, beni sende buldum dahasıyla…

Önce evren olarak herşeyden vazgeçtim, seni seçtim kendime… Sonra adını hayat koyduğum ve maması zaman olan biriyle tanıştım…

Bana dedi ki ‘’Ya bulduğun insanı asla ve asla evrende başkasını bulacaksın ümidine kapılıp, aldanıp ve aptal olup bırakma… Yoksa zamana zehir karıştırırsın… Önce beni zehirlersin ve ben tükenirim… Ben tükenirsem seni de ben tüketirim’’

Dedim ki hayata ‘’ Hey ağzından çıkanı o içi kötü yaşanmışlıktan kir dolmuş kulakların duysun… Ben evrende aradığımı, senin değerli olduğun yerde buldum… Arayan bulduğundan vazgeçermi… Sonra o evrende kaybolmazmı?...

Dedi ki Hayat ’’ İşte aradığım bu… İşte beni yaşatacak ve öldürmeyecek, sevdirecek ve ağlatmayacak, güldürecek ve heyecanlandıracak şey sensin… Evrenin görünen kısmı iyiki geldin…’’

İşte o zaman dedim kendime’’ İyiki kalbim var. Ve ben şimdi kalbimde zor arayıp bulduğum onu kaybetmekten korkar oldum. O kadar ki hayatın sunduğu hiçbir tehdit umrumda olmayarak, onu kaybetmemek için, hayatı kaybetmeyi göze aldım… Sanırım zamanı aldatıp, hayata bağlı hale getireceğim… Böylece sonsuzluk olacak… Ve biz sonsuza bakacağız, onunla sonsuza dek beraber olacağız..’’

Sonra geldim senin yanına ve dedim ki ‘’evrenden geldim, birçok zorluğu aştım ve samanyolu galaksisinin içinde, parlak bir yıldızın ısıttığı bir kalpte seni buldum… E ben bu kadar aradım da buldum… Hadi gel hüznü öldürelim ve mutluluğa yem edelim… Böylece biz hiç biz olmaktan çıkmayalım…