Kanatsız Melekler Kervanı

Önümde çok sevdiğim yazarın kitabı ile benim ilk kitabım duruyor. Ve hayret ediyorum. “ne kadar da çabuk geçti” diyorum. Oysaki ilk kitabımın sancılı günlerinin tadı, hala dimağımda… Aslında ilk kitabım olan Kanatsız Melekler Kervanı’nın adı “Çarmıh” olacaktı. Hatta bu isme uygun bir de resim bulmuştuk. Babamın cezaevindeki bir arkadaşı çizmişti. Bir kadının yüzüne asılmış demir sicimlerin verdiği acıyı öyle bir çizmişti ki ressam, insan resme bakınca acıyı iliklerinde hissediyordu. O resmi ilk gördüğümde hissettiğim acıyı da hala duyumsarım. Fakat çok sonra editörlerim, bu ismin ve resmin kitabın geneline uymayacağını zira kitaptaki şiirlerin özünde her ne kadar yüzeysel bir acı olsa da, temelinde; aşk, ayrılık, hüzün ve karamsarlık temalarının işlenmiş olduğunu söylediler. Böylece kitaba ismini veren “Çarmıh” adlı şiiri, “Güneş’in Çarmıhı” olarak değiştirdik ve hastanede tedavi görürken yazdığım ilk şiirimin adını kitaba vermeyi uygun gördük. “Kanatsız Melekler Kervanı” 

Bu şiiri yazarken bir öğleden sonraydı. Hastane odasında, iki hasta arkadaşımla, kapalı gökyüzünün arkasında kalmış, güneşi arıyorduk umutsuzca. Zira günlerden Çarşamba idi. Ve bizi dışarı çıkaracakları günde yağmur yağmaması için dua ediyorduk; uzun koridor boyunca gidip gelerek. Bu gidiş gelişleri volta atmaya benzetiyordum. Bir çeşit sürgünde farz ediyordum kendimi. “Hangi dağ küstü de bugün/ Bir gidip bir geliyorsun/ Yukarı aşağı, sağa sola…” dizeleri bu volta atışlarımı hatırlatır bana. Ardından gelen şu dizeler ise kendimi bataklık gibi hissettiğim anları hatırlatır hep. 

“Hangi çiçek açmadı ki bugün/ Puslu camın ardından/ Öylece bakıyorsun!/ Ve hangi yıldız fısıldadı sana/ “İnan bana” deyip/ Seni de “kanatsız melekler” kervanına sürüklerken/ Bilmiyor muydun kanatsız olacağını! 

Yazarların veya şairlerin, ilk kitaplarına, daha sonra küçümseyici gözlerle baktıklarını, onları yetersiz bulup beğenmediklerini söylemişti editörlerim. Kitap çıktıktan iki hafta sonra bu duyguyu yaşadım. Mamafih etraftan gelen eleştiriler, bu duyguyu atlatmama yardımcı oldu. 

Çok farklı düşüncelerim vardı aslında. Kitabın içinde “Soğuk” adını verdiğim bir çizimimi de eklemeye karar verdim çok sonra. Bana kalsa her şiir için ayrı bir çizim koyardım. Ancak, kitabın sayfa sayısı arttıkça maliyeti de artıyordu. Buna rağmen kitaplar sadece yazılarla dolu olmamalıdır. “Bir kitabın iyi anlaşılabilmesi için, içinde resim olmalıdır” inancıma saygı duyulmuyordu pek. Çeşitli zorluklar oluştu ve kitap, “bir ay sonra çıkacak, iki ay sonra baskıda, üç ayın sonunda elinizde” derken Eylül ayında çıktı. Aldığım eleştiriler, bildiğiniz türden eleştirilerdi. Oysaki okuyucunun, kitaptaki bazı anlamları, gizleri bulmasını ve sorgulamasını istemiştim. Misal kitapta iki tane “Zulmet Sevgilim” başlıklı şiir var. “Zulmet” kelimesini her iki şiirde de farklı anlamlarda kullandım. İlk şiirde sahiden “zulmetmek, haksızlık, kötülük” anlamında kullanmıştım. İkinci ve aynı zamanda kitabın en uzun şiirinde ise, kelimenin “karanlık” anlamını kullanmıştım. 

“Zulmet Sevgilim, ya zulmetim ol ya da zulüm ol bana Sevgilim” diye yazmıştım. Bu, “karanlık Sevgilim, ya karanlığım ol ya da zulüm ol bana Sevgilim” anlamına gelir. Ve tüm bu oluş aşamasında; kitabımın hep, hazır olduğum zamanda çıkmasını diledim. Zira amacım bu kitapla beraber, içindeki şiirleri yazan kendimi, olgun bir değişikliğe tabi tutmaktı. Önümde duran bu kitapların benim için en anlamlı yanı şudur: “ Bir sözle, çok uzaktaki birinin kalbine dokunabilme sanatıdır, yazı yazabilmek…”