İçimdeki Bavulu Öp Anne



Image title









 

 

 

 

 

Bilediğim mesafelerin keskin yüzüyle bir cinayet işledim.Faili ve mefulu benim.Anlatayım:

2013’tü…

Bir Eylül vakti uyuyamamıştım .Odamın köşesindeki bavul hüzünlendiriyordu beni.En çok da gidip geri dönecek olduğumu bilmek.Gördüğüm o bavula her şeyi dolduracaktım.Bana ait o odanın her şeyini yabancı odalara taşıyacaktım.Ve o odanın bana ve anılarıma has kokusu da gidecekti o bavulda.Bundan sonra ne zaman gitsem o odaya,yalnız yatmayacaktım.Çünkü peşim sıra getirdiğim yabancılığım beni bırakmayacaktı.Duvarlarım geceleri ışık vurup da parmaklığa benzeyen gölgeler yapmayacaktı bana.Vakit bundan sonra cimri davranacaktı.Hep erken kalkıp gitmek olacaktı aklımda.Yazı masam bana soğuk davranacak ve ‘git!’ diyecekti.Yastığımı gezdirip başımı koyduğum köşeler boş kalacak ve küf kokacaktı emdiği gözyaşlarından dolayı…

İnsanlar nasıl sığdırıyorlar her şeylerini birkaç bavula?Gerçi doğru.Zordur birkaçını birden taşımak.Biri bile yeterince ağırken,yorarken…

İşte böylece evimden bu uzun soluklu ilk ayrılışımda annem yanımda değildi.Hayatımda ilk defa kendime bavul hazırlamıştım.Yazıldığı kadar kolay değil.O bavul hala gözlerimin içinde,içime bakıyor…

2014’ten bir gün…

Bir anne ile evladı arasına giren her bir metre her bir santim ,evladın annesini musalla taşına meyyit olarak koymuş gibi hissetmesine neden oluyordu.Mesafeler ayrılık korkularını besleyip büyütüyordu.Bu uzaklığı kuşatan,hareket ettiren ve çığırından çıkaran zaman,sanki bu kadar alışılmış olan bu varlığın vakitsiz bir şekilde her an dünya değiştirebilecek olduğunu fısıldıyordu.

Önümde cam parçalarıyla dolu toprak bir yolu kapamış çam ağaçları ve onun seyrek aralıklarla yanında bulunan birkaç eşi…Mimariden yoksun soğuk boyalı binalar ve biraz daha yukarıda insansız dağlar…Aklıma en unutamadığım anları getiriyordu alçaklardaki bu iticilik ve yukarılarda beni çeken arı ve duru olan o yalnızlık…

Unutamadığım anlar diyordum.Gözümün önünde babam.Ellerini arkasında birleştirmiş evin her köşesini adımlıyordu.Annem küçük bahçesindeki toprağı ters düz edip havalandırıyordu.O insansız dağların yalnızlığına ruhumla yol alırken kalp gözümün önünde de bu fotoğraflar beliriyordu.Radyo açayım dedim.Biri içime bakan o boş bavulu sesiyle pataklasın istemiştim.Duyduğum ilk cümleler şunlardı:’Sizce mutluluk nedir?’…

Enkaza döndüğüm vakit gönül koyduğum annem geldi aklıma şunları söyledim ve sustum:’Sabah namazına kalktığım vakitler annemi balkonda oturmuş sokağı izler bulurdum.Hiçbir şey söylemeden geçer giderdim yanından.Şimdi kalktığım zamanlar bakıyorum ve annemi balkonda göremiyorum ya içim sızlıyor ve anlıyorum;annem sadece sokağı değil,bir şekilde yaşanmaya devam eden hayatları izliyormuş…Eğer geçmiş zamanı alabilseydim,benim için mutluluk;Annemin yanına bir sandalye çekip oturmak olurdu.’Konuşsun diye açtığım radyo insanları sustular.Annemi öldü sandılar.Hayır-Allah uzun ömürler versin-ölmedi.Fakat ölmediği halde bunları yaşayan zihnim,eğer öldüğünü görürse sağ kalır mı?UMMAM.Sonra bir gün anneme okudum bunları karşılıklı ağladık da bir türlü söyleyemedim ona onu sevdiğimi.Ya ben onun gözlerinin içine bakarken ölürse?Ölülerin yokluklarından dolayı değil de söylenemeyenler yüzünden acı verdiklerini bilen ben,Ne yaparım?

İçimdeki bavulu sana versem gözlerinden öper misin anne?Belki de beni senden kıskanmıştır…