Yokuş

"En çok da kendine yokuştur insan" demiş birisi ne kadar da söyleyeceklerimi tam ifade edebilen bir söz. İnsan, hayatı boyunca bir yokuşun en zirve noktasına koyduğu kaşıkçı elması mesabesindeki yaşlanmış benliğine ulaşmak için tırmanır durur da ona ya ulaşır ya ulaşmaz. Peki insan kendisinin efendisi iken neden bu kadar uzak ve yabancıdır kendine. Benliğini o yokuşların arasına kim zincirlemiştir belki ondan nefret eden belki kendisinin nefret ettiği birisi. Yok galiba kendisini bu çıkmaza sürükleyip bi ömrü heba eden yine insanın kendisidir şairin de dediği gibi onunda alın yazısı yokuşlarda susamak mı belki de yokuşlarda susmak. İnsan kendisini satırları altınla işlenmiş her yaprağı ayrı bi misk kokan en güzel kokulu çiçeklerle ciltlenmiş kutsal bi kitabı okur gibi saygıyla ve içtenlikle okumalı okumalı okumalı...

Kendisi samimiyetle ve deva umuduyla okuyan insan kainatı okumaya başlar kainatı bir arayışla ve hiçbir satırı es geçmeden okuyan insan ezeli ve ebedi sanatkarı harf harf okumaya başlar onu tanıma başladığında kendisi tanımaya ve sevmeye başlar. Yıllardır süren esaretten yalnızlıktan kuruluşun ilk adamlarını bu sefer sarp değil dedüz yolda üstelik. Güllerin içinde atmaya başlar. O yokuş tırmanmadan yanında bitiverir yokuş. Artık kavuşmuştur benliğine ızdırabı son bulmuştur. Bu seferde icinde bi yerde geç kalmışlığın tırmayalan nefesini duymaya başlar. Çünkü ömrümden az bir zaman kalmıştır belki de bi ikindi vakti mesafesi kadar az. Kendisini ne kadar sevse de içindeki pişmanlık sancısı asla dinmeyecektir.