Tanrı Ne Kadınlar Yaratıyor

Sabah olmuş paydos zamanı gelmişti. Yine her zamanki kullandığım yoldan giderken. farklı bir gün olacağının kanaatine varmıştım. Bugün çalışmayacak semra ile buluşacaktım. Ayrıca istanbula geldiğim günden beridir ilk defa adam akıllı gezme fırsatım olacaktı. fakat bir sorun vardı.'' uykusuzdum'' bütün gece lanet makinenin başında oturmuş mandalları çuvallara doldurmakla meşguldüm. Uykusuzluk dikkatimi bir yere toplamamı engelliyordu.Baş belası bir durum haline gelmişti uykusuzluğum. Yolda yürürken uykusuzluğun çok büyük sıkıntılar çıkaracağını düşünmeye başlamıştım. Dikkatimi toplamamı engelleyecek ve konuşabilmekte bile sıkıntılar çıkaracaktı belki de.

Tam eve varmak üzereydim ki telefonum çaldı:

-Günaydın, ne haber?

-Fena değil, sen.?

-Aynen, ya şey düşündümde uykunu iyice al öyle görüşelim saat 4 gibi olmaz mı. bütün gece çalıştığın aklıma geldi sonradan.

-Bana uyar, Bende bu uykusuzlukla nasıl kadıköye geleceğimi düşünüyordum kara kara.

-Tamam o halde saat 4 te starburks ta görüşürüz.

-Peki görüşürüz.

Bu erteleme fikri daha önce neden aklıma gelmemişti. Zaten istanbulda saat gece 12 den sonra hayat başlıyor. ne gerek var erkenden çıkıp gezmeye. 4 e kadar uyur sonra da sabaha kadar gezebiliriz. nasıl olsa bu gece çalışmıyorum. Eve girdim. 5 dakikalık kısa bir duştan sonra saat 4 te orda olacak şekilde saatimi ayarladım ve hemencecik uyudum.

Uyandığımda hala tam olarak uykumu alamamıştım, ama yine de ayakta durabilecek kadar uyumuştum. Çok da süslenmeyecek şekilde giyindim. Bilinçli olarak yaptım bunu. sade ve temiz bir görüntüm vardı. ''Benim için süslendi'' düşüncesine kapılmasını istemiyordum. Traş olmadım. Hafif kirli sakallarım hala yüzümde beliriyordu.

Evden çıktım. ve buluşma yerine yine bilinçi olarak 10 dakika geç gittim. Bunları neden yaptığıma hala anlam veremiyorum. Aramızdaki toplumsal, sınıfsal ve yaş farkına rağmen bilinçaltımda sanki onunla bir gönül ilişkisi kurabilrim düşüncesi vardı belki de. Bu kocaman şehirde yalnızdım ayrıca. Yalnızlık iğrendiriyordu beni. bir farklılık bir renk istiyordum hayatıma ve hayatıma renk katacak tek kişi semra'ydıVardığımda semra dışardaki masalardan birinde oturmuş telefonunu kurcalıyordu. Nedense o ana kadar en ufak bir heyecan içerisinde olmamama rağmen. o anda kalbim hızla atmaya, gözbebeklerim büyümeye, terlemeye başlamıştım.

''sakin ol, salaklaşma, aptal olma'' diye söylendim içimden. Yanına vardım ve beni görür görmez tokalaşmak üzere ayağa kalktığını gördüm.

-merabaa

-meraba, nasılsın?

-teşekkür ederim, sen nasılsın?

-sağol, bende iyiyim, çok bekletmedim umarım?

-yok, yeni geldim sayılır. ayrıca evimde buraya yakın.

-anladım, iyi o halde

Ben bir kahve söyledim kendime. Semra da ingilizce bir ismi olan hatırlamadığım bir içecek sipariş etmişti. Büyük şehirlerde refah içinde yaşayan insanların böyle değişik zevkleri var diye düşünüyordum.Konuşuyorduk uzun uzun. Çok güzel konuşuyordu Semra.Bazen gülüyordu. O güldükçe ben inci tanesi gibi bembeyaz ve tespih taneleri gibi ard arda düzenli bir şekilde dizilmiş dişlerine bakıyordum. sonra burnuna, gözlerine, kulaklarına... Hepsi birbiriyle uyumlu şekilde yaratılmış harikulade bir yüzü vardı. Saçları olabildiğince siyahtı. ama doğal renkleri olmadığı aşikardı. Muhtemelen 3 günde bir uğradığı kuaförü tarafından yapay bir siyahlığa boyanıyordu. Orası beni ilgilendirmezdi ben sadece karşımdaki güzelliğin tadını çıkarmaya çalışıyordum.

Tanrı böyle güzel kadınlar yaratıyordu. Ve bunlara sahip olacak şanslı ve paralı erkekler yaratıyordu aynı zamanda.Adil değildi bu. Hiçbir zaman o şanslı erkeklerden biri olmayacaktım.Aşağılık duygusuna kapıldım bir anda. Burada böyle bir insan karşısında oturmayı bile haketmediğimi aklımın bir köşesinden geçiriyordum. Basit bir plastik işçisinden başka bir şey değildim. Övünebileceğim bir vasıf değildi bu. O yüzden mümkün olduğunca işim hakkında konuşmamaya çalışıyordum.Akıllı bir kadındı semra değişik birşey görmüştüm onda. Aşık değildim belki ama hayranlık duyduğum kesindi. Anlamlandıramadığım anlamlandırmakta güçlük çektiğim bir his..

O lanet makinelerin başında gırgır üretmekten çok kafamı kurcalayanda bu oluyordu çoğu zaman. Daha yeni bir Savaştan çıkmaya çalışırken tekrar yeni bir cephe açmanın anlamı yoktu. Var olan savaşımda yeniliyordum halen üstelik.

Konuşmaya devam ediyorduk. Kelimeleri mümkün olduğunca özenle seçiyor, yanlış birşey söylememeye özellikle gayret ediyordum. Daha 2. görüşmemizdi neticede: en büyük korkum: karşısında yalaka, dalkavuk veya buna benzer birisi görmesiydi. Bu nedenle mesafeli davranıyordum. Dikkatli davranıyor, dikkatli konuşuyordum.

Başardım mı bilemiyorum ama rahat bir tavrım vardı. karşısında buda onun hoşuna gitmişti.

-''Senin yüzünde bir tükenmişlik var. Sanki ruhsuz hissizsin'' dedi birden

-''benim yerimde olsan sende de bu olurdu eminim'' dedim.

-''neden böyle düşünüyorsun, Hayat güzel gençsin, sağlıklısın. Biraz gülümse''

-''gülmek için bir nedenim yok''

-''hüzünlenmek için de yoktur''

-''var, hem de çok''

-''anlat o zaman''

-''boşver.''

Seni ilgilendirmez diyemiyordum. Bunu demek Ondan uzaklaşmak demekti. Ben yakınlaşmak istiyordum. olabildiğince vaktimi semrayla geçirmek istiyordum. Ama bu pek mümkün olan birşey değildi. Haftada bir günüm boştu ondada yorgunluğumu üzerimden atmam gerekirken. Dışarı çıkıp onla gezmek zorunda kalacaktım. Hayat başka türlü çekilmezdi zaten İçinde bulunduğum anın ne kadar değerli olduğunu varsayıyordum.

Sığınacak bir liman bulmuştum kendime pazar günleri. Diğerleriyle olmuyordu. Kimse beni anlamıyordu Semra'dan başka.Fakat ben ona bile yeterince sıkıntılarımı anlatmıyordum. Aciz görünmek istemiyordum fakat başaramıyordum sanki. Sıkıntılı biri olduğumu çözmüştü. Bunu pekala ergenliğime verdiğini düşünüyorum şimdi. En azından ben olsam öyle düşünürdüm.

Kalktık o cafeden. Yürüdük, biraz yürüdükten sonra Semra ellerim montumun cebindeyken koluma girdi birden. Şaşırmış ve heyecanlanmıştım. Belli etmemeye çalışıyordum. Bir kızın koluma girişi üzerinden aylar geçmişti. Samimiyeti hissedebiliyordum onda içten bir bağ vardı aramızda bunu konuşmalarımızın sıkıcı olmamasından anlayabiliyordum. İstanbul'a gelirken bütün gün çalışıp sonra da eve gidip uyuyacağmı düşünüyordum. Ama bir şekilde şansım yaver gitmişti ve böyle bir insanla tanışmıştım. Benim için bütün olumsuzlukların içinde o anda olumlu duran tek şey semra ile tanışmamdı. Saklanabileceğim, saklanıp sığınabileceğim tek liman onun yanıydı. Ve bende bundan sonra mümkün olduğunca daha sık görüşmeye çalışıyordum. Fakat bu pek te mümkün olamıyordu. Bütün gece çalıştıktan sonra gündüzleride önümdeki gece için uyumam gerekiyordu. Ve bu monotonluk genellikle canımı sıkardı.
O gün semra İstanbul'da ilk defa gördüğüm yerleri gezdiriyordu bana. Buraya geldiğimden beri gezme fırsatımın olmadığının farkındaydı. Açıkcası bende nereye nasıl gidileceğini pek fazla bilmiyordum. Karışık ve büyük bir şehir İstanbul. Tam olarak çözmek 1 ayımı almıştı.

O güzel gün bitti. Eve varıp kapıyı futbol toplu anahtarlığımla açarken ıslıklarla şarkılar söylüyordum. BUNU UZUN ZAMANDIR YAPMIYORDUM..


Not: Hiçbir zaman yayınlanmayacak olan kitabımdan bir kesit.