Helen, Güzelliğin On Pare Etmez


Yine işsiz olarak uyandığı sabahlardan bir tanesiydi. Yıllardan beridir süre gelen ritüellerden bir tanesi daha yine o sabah tahakkuk ediyordu. Lavabonun başına geçtikten sonra Musluğu açıp borulardaki soğuk suyun sıcak suya dönüşmesini bekledi. Aynı anda aynaya bakıyor, genç yüzündeki kasveti ve çaresizliği görebiliyordu.

İki elini birleştirip avuç yaptıktan sonra suya doğru tutup yüzünü yıkamaya başladı. Dişlerini fırçaladı. Saçının arka kısmını ıslattığı avuçlarıyla kaldırıyor. Ön kısmına ise tarakla şekil vermeye çalışıyordu. Giyindi, kuşandı. Ancak her şeye rağmen pejmürde kılıklı olduğu şüphe götürmezdi. Neticede aylardan beridir neredeyse aynı kıyafetleri giyiyordu. Kahvaltı yapmadan dışarı çıktı.

O sabah herkesten önce kalkıp dün akşam yemekte yaşanılan tatsız olayı unutmak ve iş bulmak ümidiyle kimselere görünmeden evden çıkmıştı. Dün öğlenden beridir ağzına bir lokma girmiyordu. Akşam yemeğinde işsiz olduğu kendisine hatırlatılıp horlanınca yemek yememiş. Odasına kapanmış bütün gece oturup öylece derin derin düşüncelere dalmıştı.

İki eli cebinde aylak aylak yürümeye koyuldu. Yolda işportacı bir adama rastladı. Kendisinden çok daha erkenden kalkıp bu sabahın köründe sokak sokak dolaşıp ekmek parası kazanmaya çalışan adamı gözleriyle süzdükten sonra takdir etti. Bir işportacı kadar bile olamadığı için kendisinden birazcık utanç duydu.

İşportacılığı küçümsemiyordu. Ama kendisine göre değildi neticede üniversite mezunuydu ne de olsa. Hem arkadaşlarından bir tanesinin kendisini o halde görmesini istemezdi.

Sabahın o saatinde ‘’ dom dom kurşunu’’ türküsünü söyleyen işportacının her şeye rağmen mutlu olduğunu anımsadı. Düzenli İşi olan herkesin bu denli mutlu olduğunu aklından geçirdi.

Birkaç aydır yaptığı gibi yine ‘belki dönerler’’ ümidiyle bir sürü yere başvurup formları doldurdu. Tesadüfen mülakatlarına girdiği bir çağrı merkezinden kendisine döneceğine dair inandırıcı sözler duymuştu, ümitliydi.

Bu arada zaman geçiyor öğlene doğru varıyordu. Neredeyse 24 saattir ağzına bir lokma girmemişti. Açlıktan kımıldayamayacak haldeydi. Elini Cebine attı 3 Lira 75 kuruş vardı. Bununla ucuz bir yerden tavuk döner yiyerek karnını doyurabilirdi. Ama öyle yapmadı. Aç kalmayı yeğledi. Böylece biraz zayıflayacağını düşündü. Ayrıca Mazoşistliği tutmuştu. Kendisine acı vermekten haz duyar hale gelmişti. Hem okuduğu kitaplardan birinde ucuz pansiyonlarda kalıp kendisini açlıkla terbiye eden bir yazara özenmişti. Tutumlu olduğu da söylenemezdi. Üniversitedeyken devletten aldığı bursu 1 haftada çarçur ederdi.

Bir süre öyle gezindi. Göğe baktı. Simsiyah bulutlar yağmurun birazdan çiseleyeceğinin habercisiydi. Nitekim öyle de oldu. Yağmur başlayınca insanların yağmurdan kaçışını hüzünlü gözlerle izledi. İnsanlar tuhaftı. ''Yağmur damlalarından kaçar, su dolu küvetlere girerler'' diye düşündü. Boş bir mideyle elleri cebinde öylece yağmurun altında yürüdü. Yağmurdan kaçıp Bankamatik altlarına, AVM lere, dükkânlara sığınan insanlara hayretle baktı. O anda savaş meydanının kahraman oydu sanki. Bombardımanlardan, kurşunlardan kaçan askerlere inat mevzisini terk etmeyip düşmana anlamsız ama korkusuz bakışlarla hiçbir tepki vermeden bakan oydu. Tamda destanlarda anlatılanlar gibi!

Artık cebindeki ellerinin bile ıslanmaya başladığını görünce sığınacak bir yer aradı. Etrafına bakındı AVM onu boğuyordu. Kapitalizmin kendisini de sömürmesine müsaade etmek istemezdi. Gerçi kapitalizminde cebindeki 3 TL 75 kuruşta gözü olduğu söylenemezdi. Daha büyük avlar peşindeydiler onlar. Etrafına baktı. Halk kütüphanesine takıldı gözleri. Evet, aradığı yer orasıydı. Zaten aradığı sıcaklık hep kitaplardaydı. Oranın içinin ne kadar sıcak olabileceğini de tahmin edebiliyordu. Kütüphaneye gitmeye karar verdi.

İki katlı, büyük bahçesi olan girişinde içi boş muhtemelen kullanılmayan nöbetçi kulübesi olan bir halk kütüphanesiydi. İçeri girer girmez sıcaklığı yüzünde hissetti. Soğuktan al al olmuş ellerini kalorifere dayadı. Kütüphanenin büyük salonundaydı. Yukarı katta binlerce kitabın olduğu ve muhtemelen bulunduğu yerden daha sıcak olan kütüphane odaları ve internet odası bulunuyordu. Alt katta ise bir çocuk kütüphanesi oluşturulmuş. Kütüphaneden çok bir kreşi andırıyordu.

Genç adam kaloriferin başında öylece ısınırken tam karşısında bulunan çocuk kütüphanesinden; siyah kıvırcık saçlı, ela gözlü, beyaz tenli bir genç kızın çıktığını gördü. Kendisiyle hemen hemen aynı yaşta olduğu apaçık belliydi. Kendisine doğru yaklaşmakta olan fakat bunun kendisinin genç kızın yolu üzerinde bulunduğu için zaruri bir durum olduğunu fark etmesi çok uzun sürmedi. Bu güzellik yanına gelecekse şayet iki elini açıp onu sarmaya kanatları altına almaya hazırdı zaten. Üstelik kimseden ne çekinir ne utanırdı böyle bir durumda. Genç kız yaklaştıkça oğlanın kalbi daha hızlı atıyordu. Gözlerini ondan alamıyordu. Tanrının âdem ile havadan beridir insanoğlunu yarattığını varsayarsak muhtemelen böyle bir güzelliği daha önceden yarattığı söylenemezdi. Bu kız Yunan mitolojisindeki uğruna savaşlar yapılan spartalı helenden bile daha güzeldi. Mısır mitolojisindeki Kleopatradan da muhtemelen daha yakın çağdaki Marilyn monroeden de!

Kız tam yanından geçerken göz göze geldiler. Çok kısa bir süre zarfıydı. O anda ne ıslaklığı ne işsizliği ne parasızlığı hiçbiri umurunda değildi genç adamın. Sadece güzelliği düşünüyor güzel olanı görüyordu. Bir yaz gecesi esintisi kadar güzeldi. Güzel neyse ondan da güzeldi bu kız.

Genç adam, biraz sonra salonun ortasındaki küçük masada bulunan dergileri açıp okuyormuş gibi yapmaya başladı. Hemen karşısında Helen, çocuk kütüphanesinde duruyordu. Ona kendi içinde Helen ismini koymuştu. Okuduğu yunan mitolojisinin etkisinden henüz kurtulduğu söylenemezdi. Kütüphanenin camekânından bu güzelliği izlemeye devam ediyordu. İçinden nasıl tanışacağını numarasını nasıl alacağının bile planını yapmıştı. Dergide yazılanlar onu ilgilendirmiyordu. Helen dünyadaki tüm yazılan eserlerden daha kıymetli duruyordu O anda.

Planını kafasında biçimlendirmeye devam etti. Helenin yanına gidip çocuk kütüphanesine kardeşini yazdırmak istediğini söyleyecek ardından numarasını isteyecekti. Başlangıçta bunları kardeşi için yapıyormuş gibi görünecek bir süre sonrada Helen’e kur yapmaya başlayacaktı. Yakışıklı olduğu pek söylenemezdi. Ama eli ayağı düzgün kendisine has bir karizması vardı. Kendisine yeterince bakım yaptığında çekici bir’i haline gelirdi. O gün bir türlü helenin yanına gidip planını hayata geçiremedi genç adam.

Akşam oldu. Helenin güzelliği genç adamın iştahını açmış, bahar aylarına girmeden baharı yaşatmıştı ona. Bütün gece heleni düşünmüştü yarın nasıl konuşması gerektiğinin provasını yapıyordu;

-merhaba, ben kardeşimi buraya yazdırmak istiyorum da yardımcı olabilir misiniz?’’

Bu cümleyi defalarca tekrarlıyor. Yarın heyecandan oluşabilecek bir dil sürçmesine müsaade etmek istemiyordu. Nihayet sabah olmuş genç adam kütüphanenin yoluna koyulmuştu. Yolda yürürken kafasında kelimeler uçuşuyor. Doğru kelimeyi bulabilmek için zihninde savaşlar veriyordu. Kütüphaneye vardığında Helen tüm güzelliğiyle oradaydı. Genç adam dikkat çekmemek için doğruca üst kata çıktı. Merdivenlerden çıkarken heleni izliyordu. Genç kız bunun farkındaydı. Fakat yüzünde en ufak bir tebessüm ya da olumsuz bir hava teşkil edecek bir ifade yoktu. Genç adam 3 saat boyunca aşağı kata inmedi. Birkaç kitap aradı durdu. Doğru zamanı kolluyordu. Bir ara aşağı inmeye yeltendi fakat ayakları onu geri geri götürdü. Helene açılmanın yerinin burası olmadığını düşündü. Orada bulunan çalışma arkadaşlarına karşı utangaçlık hissine kapılmasını istemiyordu. Hem de yanlış bir anlaşılma ortaya çıkabilirdi. Uygun zamanın helenin işten çıktıktan sonra eve doğru giderken olduğunu düşündü. Ve beklemeye koyuldu. Fakat zaman geçmek bilmiyordu sanki yelkovanla akrep oldukları yere çakılmışlardı. Zaman öldürebilmek için dünya edebiyatının olduğu bölüme gidip rast gele bir kitap seçti ve okumaya başladı.

Ve nihayet saat 5’ e yaklaşmış. Helenin işten çıkış saati gelmişti. Genç Adam 15 dakika önce kütüphanenin dışına çıktı ve bir sigara yaktı. Dumanı gökyüzündeki bulutlara salarak heleni beklemeye koyuldu. Birazdan olacakları o anda düşünmeye başladı. Herhangi bir olumsuz durumda nasıl davranması gerektiğini kafasında düşünmeye başladı. Kesinlikle ısrar etmeyecek, kızı ürkütmemeye çalışacaktı. Sigarasını tüttürürken derin bir iç çekti. Helenle kendisini kütüphanede birbirlerine kitaplar hakkında konuşurken hayal etti. Çoğu yaşıtı sevgilisini sinemaya götürüp ahlaksız şeyler yaptıkları halde o kütüphanede onunla kitaplar hakkında konuşacak fikir- alışverişi yapacaktı. Eskiden yaşanılan o tertemiz aşklardan birini onunla yaşamaya çalışacaktı.

Orada öylece beklerken Altın gibi bir kalbi olduğunu düşündü zamanın çok gerisinde hareket ettiğinin farkındaydı. Ama yapısı böyleydi Genç Adamın. En büyük nefreti kadınlara şiddet gösteren hemcinslerine karşı duyuyordu. Tanrının emaneti kadınlara bazı domuzların kötü davranmasına tahammül edemiyordu.

Paketinde kalan son iki sigarasından bir tanesini çıkardı. Bu kadar ard arda sigara tüketmesinin tek müsebbibi stresli oluşuydu. Sigarasını yakmaya çalışırken dudaklarının bile heyecandan titrediğini gördü. En büyük korkularından biride helen karşısında kekelemekti. Kekeme biri değildi. Fakat o andaki heyecandan stresten oluşabilecek bir kekemelik veya dil sürçmesi her şeyi başlamadan bitirebilirdi. Kız karşısında en ufak olumsuz bir iz bırakmak istemiyordu.

Ve nihayet zamanı gelmişti. Saat 5 olmuş helen tüm güzelliği ve zarafetiyle kütüphaneden çıkıyordu. Elinde sol koluna taktığı çantasının yanında sağ elinde keman kılıfının içindeki kemanı tutuyordu. ‘kemanda çalıyor ciğerimin köşesi’’ diye içinden söylendi genç adam.

Yanından geçmesini ve takip mesafesini oluşturacak bir biçimde kendisinden uzaklaşmasını bekledi. Helen yanından geçerken parfümünün kokusunu içine çekti. Pahalı bir şey olduğu apaçık belliydi. Eğer aralarında bir yakınlaşma olacaksa onu arada sırada mutlu edebilecek küçük hediyeleri hangi parayla alacağı sorusu aklının bir köşesindeydi. Fakat o anda umurunda değildi.

Helen biraz uzaklaşmaya başlayınca genç adam onu takip etmeye başladı. Ona açılmak için uygun bir yer de durdurmayı planlıyordu. Birkaç sokak ilerledikten sonra tenha sayılabilecek bir yere doğru varmışlardı nihayet. Genç adamın kalbi yerinden çıkacak gibi oluyor. Gözleri heyecandan yerinde oynuyordu. Ne olursa olsun bu iş bugün olumlu ya da olumsuz hallolunacaktı.

Helen kendisini kütüphanede sürekli gözetim altında tutan kişinin takip ettiğinin farkındaydı. Ürkmüştü. Biraz hızlı adımlarla yürümeye başladı. Genç adamın bir sapık olduğunu düşünüyordu belki ama o andaki temiz kalbini görebilseydi. Bu düşüncesi için kendinden utanırdı belki de. Arkasına baktı. Genç adam kızı daha fazla endişelendirmeyi bırakıp işe koyuldu. İçten bir sesle;

Pardon bakar mısınız?

-evet

- ya şey, ben kardeşimi sizin kütüphanenize yazdırmak istiyorum da bunun için ne lazım acaba yardımcı olabilir misiniz?

Kimlik fotokopisi yeterli(arkasını dönerek uzaklaştı helen)

Bir şey daha!

Buyurun.

Bana telefon numaranızı verebilir misiniz acaba?

Sebep?

Herhangi bir sebebi yok, öylesine…

Helen anlamsız ve ümit vermeyen bir bakışla genç adamın gözlerinin içine 1-2 saniye baktı. Hayatının en uzun ve en kısa saniyeleriydi genç adamın. Ardından birkaç saniye önce yaptığı gibi arkasına bile bakmayarak oradan uzaklaştı.

Herhangi bir cevap verme tenezzülünde bile bulunmayışı genç adamı orda sokak ortasında öyle bırakıp gidişi çok koyuyordu. Helen uzaklaşıyordu ve genç adam onu kendisinden uzaklaştıran her adımda biraz daha kasvet doluyordu. Diyecek bir şey yoktu. Birkaç dakika kendine gelmekte güçlük çekti genç adam. Biraz yürüdü. Bir Karadeniz balıkçısının önünde durdu. Izgaranın üzerinde pişen balıkların kokusu bu aç adamın ilgisini çekmiyordu. Sevgiye açtı o. Herkesin sevilmekten kaçtığı bir zamanda o sevgiyi arıyordu. Bir süre öylece durdu dünyanın dönüşünü o anda hissedebiliyordu sanki. Gözlerinde reddedilmenin tarifsiz hüznü okunabiliyordu. Montunun sol cebinden çıkardığı paketinin içindeki son sigarasını yaktı. Dumanını gri gökyüzüne üfledi. Derin bir nefes çekti ve mırıldandı;

‘’-HELEN, GÜZELLİĞİN ON PARE ETMEZ BU BENDEKİ SEVDA OLMASA’’