Aman Sanrım!

   Her gittiğim yerden bir parça gökyüzü kopardım. Kendi oluşturduğum dünyada yaşamaya yeltendim. Lakin göklere kadar ulaşmış olan baskılar, filtreledi izlenimlerimi. Böylece tanıştım önyargılarımla. En sevdiğim renklere boyayamadım onları. Yasaktı çünkü özgürlüğün renkleri burada. Olsun dedim. Çevredeki tüm uyaranlardan uçaklar yapıp fırlatmaktı niyetim; ama öyle ki bu uçaklara uçmayı öğretemedim. Böylece yeni bir şey daha vardı hayatımda; sanrılarım (ve tabii ki buruşuk uçaklarım).

Bulmak için kaybetmek, çözülmek için karışmak gerekli dediler. Karıştım da… Düğüm olmadan örgü olmalı, doğanın en küçük zerresindeki estetiği, makro düzeyde yaşatmalıydım kendimce, kolay mıydı? Değildi ama kendi ritmimizi yakalayana kadar akordu bozuk gezeriz zaten. O zamana kadar da çevremizdekiler bizim gürültümüzü çeker. Ama unutmamak lazımdır ki, çoğu zaman bir inşaatın sesi, bülbülünkinden daha fark edilirdir.

Genel halimin bulanıklığını sorarlar. Zihnimin sokaklarını aydınlatmaya çalışan lambalardan bahsederim onlara. Onların kadrajlarında hepsi titrek ve bulanık ama ben çoğu zaman zaten bokeh fotoğraf çekerim, bilmezler. Fotoğraf kareme kuşbakışı bakmak için uçmayı bilmek gerekir sanırlar. Bu kadar sanrıya şaşırmazken şu ağacın arkasından bir unicorn fırlasa çok mu şaşırtıcı? Bana sorarsanız böyle giderse mor filler bile olası. Hatta kim bilir kaç tane mor fil besliyoruz şu an hayatımızda? Mor bildiğimiz mor, fil bildiğimiz fil, mor fil ise sandığımız mor fil. İki gerçeği toplayınca bir gerçek etmedi değil mi?

Daha neler bilmiyoruz, bilmiyoruz. Bilmeye çalışmazsak yabancılaşıyor, kendimizi gurbette hissediyoruz.“İletişimsizlik gurbet yaratır.” Diyor Alev Alatlı. Bense iletişebilmek diliyorum fazlasıyla. Kopardığım gökyüzlerini geri bırakıyorum yerlerine bu amaçla. Giriveriyorum evlinin evine, köylünün köyüne, şimdi yeni bir merakla.