İki Kelam Eleştiri

Zamanında bir bebekken, etrafımdaki yetişkinler, kalplerindeki çatlaklardan sızanlarla boyamışlar benim tabula rasa’mı (boş levhamı). Kim bilir onlarınkini kim çatlattı? Levhayı boş sanmışlar ama kendinden desenleri varmış. Elde evirip çevirince görülen desenler bunlar. Bir başı bir de sonu varmış bu levhanın mesela. Kaç boyutlu olduğu hâlâ tartışılır, tartışmaktan yorulanlar, hakikat yağmurunun altında ıslanmaktan şikâyet eder, şemsiye kullanırmış. Biri gelir de bu yağmurda dimağlara batıl sıçratırsa onun hesabı, 'sonra' denilen zamanda sabır timsallerine kalırmış.

Birbirine bakan aynalarla doluymuş sokaklar. Oluşan yansımalar yüzünden insan, gördüklerini hep sonsuza uzanır zannedermiş. İç içe geçmiş görüntüler adeta insanı hipnoz eder, odak noktasını kaybetmiş olanlar, başkasının odak noktasına koydukları aynalarından bakarlarmış dünyaya. Neticede gördükleri, olduğundan ya daha büyük ya daha küçük… Yansımalar dünyasında gerçek, hep bir imaj kostümündeymiş. Ona elle dokunabiliyorum diyenin aynaları çatlarmış işte. Çatlaklarla dolu o aynalar, şimdilerde de. Yansıtan çatlak, peki ya yansıtılandan hiç mi şüphe etmezsin? Öyle ki, bu gezegene özel sanırım, huni takmış zihinler… Televizyonlar karizmatik liderlerin hunilerini ışık oyunlarıyla saklarmış da sokaktakiler bu konuda daha acemi. Ne yapsa yeridir, bazı hareketlerin meşrulaştırıcı kurtarıcısı olarak kopya kâğıdı misali avuç içlerine saklanmış deyimlerden biri.

Diğer bir yanda, kahve fincanlarının içindeki küçük kaşıklarını, söylediklerini bir orkestra şefi gibi yönetmek için sallayan matmazeller, hayatımıza estetik anılar bırakmaya devam edermiş. Kulağımızın pası siliniyor derken, bilincimiz körelirmiş. Sürç-i lisanlarını ise o büyük topuzlarının içine sıkıştırırlarmış ama bir noktada sığmaz, oradan da taşarmış işte. Hop! Bir huni de oraya… İşte oldu. Artık kusursuzsunuz matmazel.

Nedir bu içimdeki çekilme? Her yerimden beni kendine çekip çekip bir anda serbest bırakan da ne? Ay olmuşsunuz gönül sularımla oynuyorsunuz. Sular çekildiğinde anlıyorum gelgitlerinizin kalbime verdiği hasarı. Sevgi tarlamdaki mahsulleri nasıl çürümeye bıraktığınızı… Bir demlenmelik zaman kadar istikrarı yok hissettiklerinizin. Çay için sabırsızsanız eğer, 40 yıllık hatırı olan kahvelerin koyulduğu sofralar da kuruluyor gönül sofrasında. Ben daha 18’im, henüz hatırım var aslında. Oturup biraz muhabbet yudumlamak düşmez miydi payıma?

Şimdi durmuş, bir başkasının levhasına rastlarsam kendi kalbimdekileri onunkine de aktarmaya çalışırken çatlaklarımı elimle kapayamayacağımdan korkuyorum. Oradan akıp gidecek olanların kontrolü de bir huniyle sağlanır mı dersin? Haklısın sanırım, deliliğe vurmak en iyisi.

Not: Beni görünce sopanı saklama zira haklıyla haksızı ayırt etme vakti geldi. Ne de olsa ne yapsam yeri.