Bizim Zamanımızda

Işıkların ardına saklanmıştı en güzel gülüşlerimiz. Ben evin en büyük çocuğuydum. Fakirdik o zamanlar hatta annem doğuma iett ile gitmiş. Doğumum çetin olmuş lakin küçücük bir şey doğmuşum. Annemin değimi ile “sıçan yavrusu kadar küçük bir o kadar kara” doğmuşum. Yaşça bir kuzene büyükçe pek çok kuzene sahiptim. Ufak tefek bir şey olduğum için çok ezildiğim olurdu. Bu yüzden çokça mızıkçı ve ispiyoncu bir çocuktum. O zamanlar dünya benim için karşı apartman ve yaşadığım apartmandan ibaretti. Çocuktuk, küçüktük bilmezdik neyin ne olduğunu. Vardan yoktan anlamazdık. Biz sofraya aç oturup tok kalkarken babamın aç kalktığı olurdu. Evimize sadece makarnanın girdiği ama şikayet etmediğimiz dönemlerdi. Yer sofrasında yerdik yemeklerimizi. O zamanlar yemeğin tadı da başkaydı kömürle ısınmanın tadı da. Hatta o zamanlar muhabbet daha koyu, bir kahvenin kırk yıldan fazla hatrı olurdu. Komşu komşunun külüne muhtaç değildi çünkü komşumuz aç yatarken biz tok yatamazdık. Komşuda ne pişse bize de düşerdi sadece kokusu iştirak etmezdi soframıza. Bizim zamanımızda anneler yaz aylarında toplanıp yufka açar biz de kapıda heyecanla ilk yufkayı hangimiz yiyecek diye beklerdik.

Bizim zamanımızda misket, taso, yerden yüksek hatta istop oynanır, herkesten yirmi beş kuruş toplanıp çekirdek alınır, çıplak ayakla en hızlı kim koşabilir yarışı yapılırdı. Herkes evinde ne bulduysa getirir, piknik yapılırdı. Yolda ters dönmüş kamplumbağaya yardım edilir, ölen kuşun cenaze namazı kılınırdı. Kışları okula yazları camiiye giderdik. Kışın derdimiz ısınmak yazın derdimiz bir top daha fazla dondurma yemekti. Ağaçlara tırmanıp en yükseğe kim çıkacak yarışı yapardık. Çam kozalakları toplar çam terebentinlerinden kendimize taç yapardık. Bazen taçlarımıza papatyalar iştirak ederdi. Çimlerde yuvarlanır eve gelince annelerimizden bir posta dayak yerdik hatta bazen kapıda bekletilir bir daha yapmayacağımıza dair söz vermek zorunda bırakılırdık. Yaz aylarında annelerimiz halı yıkar biz de onlarla halı yıkıyor gibi yapıp su ve sabunla oynardık. Bildiğimiz en büyük semt kendi mahallemizdi bilmezdik daha fazlasını. Mahalle bakkalımız vardı beş kuruşa altın kaplamalı çukulatalar alırdık. Akşam ezanıyla eve girer ramazan aylarında çocuk orucu tutardık. Bayramlarda heyecandan geceleri uyuyamaz, bayramlıklarımızı başucumuza koyardık.

En büyük kavgamız ebe olmak istememek olurdu genelde mızıkçılığı da ben yapardım. En büyük ekşınımız dayımın bize verdiği sigarayı içmeye çalışmak olurdu. Acıkınca kapıya dayanıp annelerimizden ekmek arası domates yapmalarını isterdik. Saatlerce bisiklet sürüp iki elimizi bırakarak en uzun kim kalabilir yarışını yapardık. Yalan söylemenin ne olduğunu bilmezdim insanları aldatmanın ne olduğunu hatta kötü kavramından bihaberdim. Esasen en büyük günahım saklambaç oynarken ebeye birinin yerini söylemekti.

Biz masum çocuklardık geleceğe dair en büyük planımız iyi yerlere gelip söz sahibi olmaktı. Günlüklerimiz "Allah’ım ben senin hiç sözünden çıkmayan iyi bir kulun olacağım, iyi yerlere gelip anama babama iyi bir evlat olacağım" yazan bir nesildik. Bırakın boğazımızdan haram lokma geçmesini haramın ne olduğunu bilmeyen çocuklardık. Evet, biz bu dünya için fazla masumduk. Ve biz bırakın ayrımcılık yapmayı yemek seçmenin ne demek olduğunu bilen çocuklar değildik. Şimdi dönüp geçmişe bakıyorum da; hayallerimiz de dahil olmak üzere geçmiş ve geleceğimiz kirletilmiş. Hangi ışıklar içinde uyuyalım ki? Dünya’nın en büyük lambası da yansa karanlıkta kaldık.