Yalnızlığın Renkleri

Renkli değildi hayatım çoğu zaman. Karamsarlıklarla kaplı bir dünya içinde mutluluğu arayan bir kişiydim ben. Karamsar olan bu dünya mıydı yoksa onu karamsarlığa çeviren ben miydim bilmiyorum. İnsanın içini nasıl böyle karartabilirdi yalnızlık? Aşk acısı mıydı bu çektiğim yoksa yalnız bir dünyanın içide kayboluşumu aramak mıydı? Bulamadım ne gönlüme göre aşka sadık birini ne de derdimi dinleyen sadık bir dost. 

Aşk beni öyle büyülüyordu ki; hayal dünyamı genişletiyor, yemyeşil kırlarda koşmamı sağlıyor, yağmurlu günlerde o serin havayı huzurla içime çekmemi sağlıyordu. Ormanların arasında kuş sesi duyup huzur bulan ben şimdi yalnızlığa mahkum olmuş gibi bekliyordum. Bekliyordum çünkü bu aşk beni yıldıramazdı. Aşkı tatmak öyle değişik bir şeydi ki... Aşık olduğum zaman; sevdanın içinde boğulan, yüzünde gülücükler eksik olmayan, hayata mutlu bakan biri oluyordum. Gerçekten hayatım renklere bürünmüştü; bir beyaz, bir de siyah... 

Hayatın mutlu yüzleriyle karşılaştığım zaman beyaz, karamsarlığa büründüğüm zaman ise siyah bir renk alıyordu ruh halim. Neden büyütüyordum aşkı gözümde, neden gelir geçer diyemiyordum? Bunun sebebi nereden kaynaklanıyordu? Aşkı aşk yapan sevdayı sevda yapan musmutlu yürekler ve tertemiz gönüllerdir. İnsanın kalbi ne kadar iyi olursa karşısındaki kişiyi o derecede bir iyilikle sever. Sevgi başka tabi ama aşk da başka. Aşk; sevda ateşiyle yanan kalpleri söndürmektir , merhamet edip çok sevmektir. Bir çocuğun çikolataya duyduğu sevgidir aşk. Bir hastanın ihtiyacı olan ilaçtır. Bir ressamın tuvali, bir öğretmenin tebeşiri, bir müzisyenin enstrümanı, bir yazarın kalemidir aşk. Ve en önemlisi de aşk karşılıksız sevmektir.