Yurtta Bir Gün

Çalışma masamı kahvehane gibi kullanıyorum.

Antik bir viraneyi andıran, fosforlu kalemler arasındaki kitaplarımın kapaklarını açmak ümidiyle kahvemle birlikte oturuyorum masama. Lakin kahvemden aldığım her yudum, beni kitaplardan bağımsız düşüncelere daldırıyor. O kadar dalmışım ki, kahve telvesinin ağzımda bıraktığı nahoş tadıyla ve dişlerimin arasındaki pütürtülerle kahvemin tükendiğini fark ediyorum. Ve sonra -çok çalıştım ya- kendime ödül olarak sunduğum bir çikolata bahanesiyle odamın yolunu tutuyorum.

Edison'dan bile ümidi kesen patlak ampulleriyle ve kendinizi adeta buz pistinde hissettiren kaygan halılarıyla ünlü, yurdumun dar koridorlarında ilerliyorum. Önceden gazabına uğradığım, bu sebeple yerini aklıma mıhladığım, 'yangın' yazılı kırmızı ucubenin yanından kafamı sıyırıyorum.

Yarı aydınlık yarı karanlık merdivenlerden çıkarken göz bebeği reflekslerim sarhoşlar gibi yalpalayarak ileri-geri gitse de, durumu çoktan benimsemiş görünüyorlar.

Düşüncelerim ise çikolata ismini duyduğunda tüm hormonlarını salgılayan midemden habersiz sinsice planlar kurmuş ve keyfini şimdiden yaşamakta. Çünkü odama vardığımda ilk yapacağım çikolataya saldırmak değil, ders çalışmamı engellediği için dolabıma hapsettiğim, naftalin kokulu elbiselerin arasına masumca gizlenmiş olan cep telefonuma saldıracağımdan eminler.Ve ne yazık ki düşüncelerim her zaman olduğu gibi sefasını sürerken, midem çaresizce yumurtanın kapıya dayanmasını beklemekte.