Telaşımız Bilinçsizliğimizden

Allah'ın bir olduğundan şüphemiz yok, hepimizin alnı aynı secdeye varıyor, hepimiz varlığının bir olduğuna inandığımız Rabbe el açıyoruz. Peki neden şuursuzca hareket ediyoruz? Kimisini üstün kılan para mı, şan mı, şöhret mi, kariyer mi? Her şeye inanıyoruz da, Allah katında herkesin eşit olduğuna inanmıyor muyuz? Bunun aksini iddia eden adeta dinden çıkar. 

Düşündüğümüz zaman; yarınımızdan, hatta dakika sonramızdan hangimizin garantisi var? Ecel kapıyı çalsa ikram edebileceğimiz ibadetimiz, amelimiz var mı? Varsa da ne kadar doğruyuz? Bu sorular gibi bir çok soru yazabilirim buraya. İbadet demişken; kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, hacca gitmek, zekat vermek, oruç tutmak... Bunlar zaten bizim üzerimize vazife olan şeyler. Bir de iman boyutumuz var. Allahü teâlânın sıfat-ı zatiyyesine, sıfat-ı sübutiyyesine gönülden inanmamız var. Bizim Rabbimiz kulları için ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselamdan beri, her bin senede din sahibi yeni bir Resul vasıtası ile insanlara dinler göndermiştir. Bunlar aracılığı ile insanların dünyada rahat ve huzur içinde yaşamaları ve ahirette de sonsuz saadete kavuşmaları yolunu bildirmiştir. Biz bunun şükrünü biliyor muyuz? 

Bizim dinimiz İslam; kolaylık dini. Ne mutlu bize ki İslam terbiyesi altında yetişen Müslümanlarız. Şükrünü, kıymetini bilenlerden olmamız gerekirken bugün MÜSLÜMANLAR başlığı altında bir çok haber duyup kahru perişan oluyoruz. Kıldığımız namazlardan sonra ettiğimiz duaların samimiyetine önem versek bile, dünya telaşına kapılıp gidiyoruz ardından. ‘Namaz dinin direğidir, namazın dindeki yeri başın vücuttaki yeri gibidir.’ diyor Efendimiz aleyhisselatü vesselam. Lakin biz 50 vakitten 5 vakite indirgenilen, günün sadece 5 vakti toplam 1 saati Rabbimizle buluşmaktan aciz kalıyoruz kimi zaman; ki bu üzerimize farz olan, hükmü net olan bir ibadetken. Kaldı ki teheccüd, evvabin, duha.. 

Elbette hiç birimiz 4/4’lük olamayız, beşeriz. Hepimizin hataları oluyor. Tevbe kapısını her seferinde unutup, kaptırıyoruz kendimizi yine ama şunu da aklımızın bir köşesine mühürleyelim; hiçbir günah Allah’ın merhametinden büyük değildir. Diyeceğim o ki; hayatı da ölümü de yaradan Allah’tır. Kibir, küçük görme, hor görme kimsenin, hiç kimsenin haddine değil. Ebedi hayatta ne para, ne şan, ne de şöhret bize yardımcı olacak. 

Sonuç olarak asıl olan ölümden korkmak değil; ona hazırlık yapmak, ölmeden önce ölmektir. Bunu başaranlar ise Cenab-ı Hakk’ın ebediyeti, ölümsüzlüğü tatmış salih kullarıdır. Kibirlenmeyelim, küçük görmeyelim ve hep doğruya yönelelim inşallah. Osman Hocamız'ın da söylediği gibi ‘Kızlarım; bu hayat sadece bir tiyatro sahnesi, biz ise oyuncuları. Asıl hayat, asıl ebedi hayat öteki dünyada!’ Allah kalbimizi zikirsiz, alnımızı secdesiz bırakmasın.

Rabbimizin Tevfik ve inayeti ile…