Hasret

Bir insanı kilometrelerce uzağında bilip, hasretini iliklerine kadar hissetmek nedir bilir misiniz? Hani yürümek istersin bazen, çekersin kapıyı çıkarsın nereye gittiğini bilmeden yürürsün saatlerce. Aklında hep "Bir zamanlar aynı şehirde nefes aldığın insan nasıl olur da şimdi senin olduğun şehirden, ülkeden başka bir yerde nefes alır?" sorusu olur.

İçi içine sığmaz insanın, ne ağlamak çare olur ne de söylenen sözlerin anlamı kalır. Konuşamaz da, susamaz da. Sorsalar 'yaşıyorum' der, sormasalar kızar. Bu hasretin bir sonu var, ama bu son seneler sonra. Bu derdin bir çaresi var ama o çare çok uzağında. Ağlamak sorun değil de insan karanlık bir oda yerine bir omuzda dökmek istiyor gözyaşlarını. Olmuyor... Kaç gece bir sonraki günü düşünerek geçti ki? Kaç gece yaralarına merhem oldu? Yorulduğunu fark ediyor insan. Ama pes etmiyor, 'sonuna kadar savaşacağım' diye diye ayakta dimdik kalmaya çalışıyor. Bazıları buna olgunluk diyor, bazıları ise çok sevmek. Hasret insana hem gerçek sevgiyi öğretiyor, hem de insanı yaşça büyütüyor.

İnsan sabrın kıymetini, duanın gücünü işte bu zaman diliminde daha iyi idrak ediyor ve elini semaya her kaldırdığında sabrının ecri olarak selametini istiyor. Yalnızlığa mahkum olsa da değişmez, değişemez.

Hasret çekmek, gönül vermek her güzele yakışır. Biz de bize yakışanı yapıyoruz. Allah utandırmasın :)