Çocuklar

Aslında “ÇOCUKLARIMIZ” diye başlık atmayı düşündüm ama bunun ne kadar sıradan ve samimiyet dışı olduğunu fark edip o başlığı atmadım. Burada herkesin ama aslında bizim çocuklarımızdan bahsetmek istiyorum. Ne zaman çocuklardan bahis açılsa ve ne zaman daha sonrada belki bahsedecek olduğum o nerede ise bütün çocukluğumun geçtiği Ümraniye sokaklarında ve özellikle Alemdağ Caddesi'nde ya da meşhur balıkçıların olduğu yerde mendil satan çocuk görsem, aklıma Edip Akbayram’ ın “ Güzel Günler Göreceğiz” adlı şarkısı gelir. Sanki hepsi kardeşim olur bir anda. Ne masumdurlar! Evet! Ben de güzel günler göreceğiz çocuklar demek istiyorum. Temennim bu yönde. İnşallah da öyle olur ve o çocukların hepsi hayal ettikleri hayatlara kavuşurlar.

En çok hak edenlerdir bence. Çünkü bu seçim onların değil. Ne sahip oldukları hayatı, ailelerini seçebildiler ne de yaptıkları işi. Neler beslerler o çocuk yüreklerinde. Bir çok dükkana yanaşırlar küfürle kovulurlar o çocuklar. Sanki orada olmayı o çocuk istemiş gibi. O da bilirdi üzerindeki paçavralardan kurtulup, takım giyip gezmeyi. Ne para verirlerdi, ne bir şey ikram ederlerdi. Oldu mutlaka ama ben çok fazla rastlamadım. Ve rastladıklarımı anlatıyorum. 1 lira vermekten kolay geliyordu demek ki kovmak. “Ne verirsen ağabey” diye bir paket peçete satmak için, kaç kişinin reddini sorun etmek şöyle dursun yırtık ve yüzsüzce kabul etmeleri gerekiyor. Kendi aralarında öyle gülüşüp öyle eğleniyorlardı ki. Ve öyle rahat “ Ne verirseniz” diyorlardı ki. O yırtılmışlıklarının altında yatan ezikliği görmek isteyen yoktu. Kim uğraşırdı? Yırtılmak zorunda idi o çocuklar. İşlerini benimsemek zorunda idiler. Hayat kimini fast – food cafe sahibi yapıyordu kimini de sokak satıcısı işte.

Bir ara Ümraniye’de bir fast – food cafe de çalışıyordum. Dükkanın önündeki dondurma tezgahına bakarken sürekli olarak o satıcı çocukların geldiğine ve kovulduğuna şahit oluyordum. Hele bir tanesi sadece 5 yaşında idi. Bazen geldiğinde konuşurdum onunla. Dili bile dönmüyordu bazı kelimelere. Hiçbir şeyden haberi yok, saf bu işi bile neden yaptığını tam kestiremez bir halde peçete satmaya çalışıyordu. Şimdi soruyorum, bu çocuğun günahı ne olabilirdi ki o dükkandan küfür ile kovulsun? Çingene imiş, dadanırmış, arsızlık edip hep gelir imiş. Birde utanmadan bunları söylerler idi. Sadece hafta sonu 10 – 15 bin lira kaldıran bir mekan, her gün bir çocuğa 1 lira verse ne kadar zarar etmiş olur? Güzel bir matematik sorusu! Yani anlayacağınız gözünü çocuklara vereceği 1 liraya dikmiş adam. Pekiyi insan ırk ve millet seçimini kendisi yapabilir mi? Çingene olsa ne olur? Aşağılık mı yani? Ruhen ve manen eğitilmemiş biri Çingene bile olamaz. Birini milleti için aşağılık görüyor isen sen o millete bile mensup olamayacak kadar aşağılıksındır. Sen Çingene değilsin de ne olmuş? Kime ne yararın var? Cebinden çıkacak 1 liradan korkuyorsun.

Ben o dondurma tezgahının başında durduğum müddetçe çocuklara çok da gizli olmamak ile beraber bedava dondurma veriyordum. Bunu yaptığımı söylemek için değil yapılan haksızlığa başkaldırdığımı anlatmak için yazıyorum. Bana "verme" diyorlardı. Hiç dinlemedim. Hiçbir zaman patron yalakası olmadığım ve işçinin daha önemli olduğunu düşündüğüm için iş yeri sahibinin ne dediği umurumda bile değil idi. Çünkü hiç kimse sokak sokak dolaşıp, peçete satmak ile mutlu olamaz. Bir kere insanların bunu kavrayabilmesi lazım. Ayıp! Gerçeği ayıpta kime ayıp? Herkes aynısını uyguluyor böylece kimsenin kimseye yaptığı ayıp gibi de gelmiyor.

O çocukların, bu kitabın sadece onlar için yazdığım kısmını okumalarını çok isterdim. Bilsinler ki Özgür ablaları hepsinin yanında ve hepsini kendi kardeşleri gibi çok seviyor. Ama ne yazık ki bir çoğunun bu kitaptan haberi bile olmayacak. Çünkü onlar öyle bir ruh halindeler ki ciddi olan ile işleri yok onların. Onlar peçete falan satıp ya da köprü altlarında tartıcılık yapıp para kazanmak falan istemiyorlar. Onlara kızmayın. Çünkü onlar sadece motorları maviliklere sürmek istiyorlar. Ve onlar sadece KOŞMAK istiyorlar…