Bulgur, Zeytin

Bu başlık anlatacağım konu ile birebir bağıntılıdır. Birçok kişi belki de anlamıştır neyi anlatacağımı. Bulgur ve zeytinin hayatımdaki yerinden bahsedeceğim. Ve yine birçok kişinin hayatında yer alır bulgur ve zeytinin hikayesi. Belediyenin birkaç ayda bir gönderdiği erzak kolisinden midir yoksa diğer baklagillere göre daha ucuz olduğundan mıdır bilmem evimizde eksik olmazdı bulgur ve zeytin. Ne günler idi! Bazen özler gibi oluyorum sonra durup biraz çocukluğumu düşününce kendimi tuttuğum halde ağlıyorum. Çok zordu! Annem sever idi bulguru. Ben ve kardeşlerim pek hoşlanmazdık. Öyle ki ne zaman bulgur yesem kendimi fakir hissediyordum. Bulgur fakir yemeğidir diyorum sanmayın sakın. Anlatacaklarımdan sonra böyle düşünmediğimi anlayacaksınız.

Biz genel olarak parasız, yoksul bir aile idik. Zavallı annem ( burada annemi kesinlekle küçümsemem aksine gurur duyarım.) belediye belediye dolaşırdı bizim için. Senelerce sürdü bu. Kahvaltımızda da bir tek zeytin olduğu günler de çok olurdu. Zeytin ve halk ekmeği. Halk ekmeği taze iken öyle güzel olur ki. Burada anlatmak istediğim biri var aslında ama küçültmemek için anlatmıyorum. Sonrasında “Neden anlattım sanki.” Diyerek vicdan azabı çekmek istemiyorum. Biz sabah kahvaltısında zeytini küçük bir kaseye koyar, sofra örtüsünü yere serer, kaseyi de ortaya koyar, 4 kardeş bir de annem hepimiz teker teker alır yerdik. Ve neden ise biz o durumda iken sonradan parasızlıktan dolayı satılacak olan 55 ekran televizyonumuzda at yarışı açık olurdu. Evimiz bodrum kat denilecek kadar aşağıda, fare ve akrep barındıran, müstakil bir daire idi. Ben ilkokula gidiyordum. Kaçıncı sııfta olduğumu hatırlayamıyorum.1. ya da 2. sınıf olmalı. Annem sara hastasıydı. Sinirsel bir hastalık olduğu için dara düştüğümüzde ve çocuklarını ne ile doyuracağını bilemediğinde, ev sahibi kapıya birikmiş kirayı almaya geldiğinde, faturalar birikip, elektiriğimiz ya da suyumuz kesildiğinde, borçları olduğunda – ki bunların hepsi genelde aynı zamanlarda olup üst üste gelirdi- yani her türlü sıkıntıyı düşündüğünde bayılır ve sara krizi geçirirdi. Allah korusun! Şimdi öyle bir sorun yok.

güzel günler göreceğiz çocuklar...Akşamları ise tuzlu suda haşladığı bulguru yedirirdi bize. Salçası bile olmazdı kadının ki içine katsın. Böyle belki de kaç hafta sürerdi. Eşyamız yok denecek kadar azdı. Hep başkalarının verdiği, miadını doldurmuş eşyalardı. O zamanlar maddi ve manevi açıdan tek destekçimiz anneannem idi. Allah ondan razı olsun inşallah! Elinden geldiğince yardım eder idi. Dul bir kadındı. Ne yapsın! Annem bu durumdan babamı sorumlu tutardı. Haklıydı da. Herkes da bilir idi haklı olduğunu. En büyük ben idim. Ve ben olan biten her şeyin farkında idim. O dönemlerde anneme mi üzüleyim, babama mı üzüleyim yoksa kardeşlerimin haline mi üzüleyim bilemiyordum.

Aradan zaman geçerdi, seneler olurdu, biz yine dönüp dolaşıp aynı yere gelirdik. Nihayet erkek kardeşlerim biraz büyümüşler idi. Kendi kendilerine iş buluyorlardı para kazanmak için. O sırada da annem 6. çocuğunu doğurmuştu. İhtiyaç çoktu. Erkek kardeşlerimden biri peçete satar, diğeri köprü altlarında tartı işi yapardı. Ben de takı yapar verirdim kardeşlerime, bazen de pazar kurulunca gidip zabıta korkusuyla pazarda takı satarlar idi. Daha 13-14 yaşlarında idiler. İşte belki de bunda dolayı daha önce bahsettiğim peçete ya da tartı işi yapan çocuklara olan zaafım. Hepsi kardeşlerim gibi dediğim bundan dolayı idi.

Çok kötü zamanlardı ve anlattıkça kötü oluyorum. Çünkü hala atlatamadım o zamanlarda yaşadıklarımızın acını ve etkisini. Evden atılıp sokaklarda bile kaldık ailece. Beş parasız. Gidecek yerimiz olsa giderdik elbette. O kadar çoluğu çocuğu kim evine alırdı? O kadar çocuğu kim doyururdu? Sadaka bile vermiyorlar insanlar artık “Aman param bende kalsın.” diye, bize mi bakacaklardı? Öyle ya da böyle bir ev bulur başımızı sokardık. Bayramlar olurdu ve ben hiç hatırlamam ki babam hepimizi giydirsin. Hep evde ne var ise onu giyer, kendimizce elimizden geldiği kadarı ile o kıyafetler üzerinde ufak tefek değişiklikler yapar öyle giyerdik. Akraba ziyaretlerinde herkes bilirdi, anlardı yeni kıyafet giymediğimizi. Biz de anladıklarını bilirdik ve utanırdık.

Ne zaman ki elimiz gerçek anlamda iş tutmaya başladı o zaman her türlü ihtiyacımızı kendimiz almaya başladık. Babam ciddi anlamda bize hiç masraf yapmadı. Biz arada kaynaya kaynaya öyle böyle büyüdük. Şimdi o günlerin verdiği olgunluk ile devam ediyoruz hepimiz hayata. Kardeşlerim daha 17-18 yaşlarındalar ama 35-40 yaşlarındaki bir adamla oturup çok rahat konuşabilirler. O olgunluğa sahiptirler. Yani anlayacağınız hayatın bana ve kardeşlerime getirisi erken yaşta olgunlaşmamız oldu. Annemin hayatında ise getiri şöyle dursun götürüsü oldu. Yaşlandı, sinir sahibi oldu, rahatsızlıkları baş gösterdi. Şükür ki şimdi çocukları büyüdü ve iş sahibiler. Eski sıkıntıları yok artık. Ve sadece zeytin yok artık kahvaltılarda. Ve sadece bulgur yok artık akşam yemeklerinde…