Geceler

Çok kızdığımda ona gidiyorum her dalganın kıyıya vuruşu ile kızgınlığım azalıyor, dinginleşiyorum. Çok mutlu olduğumda da gidiyorum her oluşan dalga ile mutluluğum artıyor. Çok üzüldüğümde yine sana geliyorum bakıyorum, bakıyorum dalgalarına karışıyor hüznüm yok olup gidiyor, huzur dolu kalbime dönüyorum. Bazen onun orada olduğunu bilmek bile beni mutlu ediyor. Biliyorum deniz de seviyor beni, beni görünce daha berraklaşıyor, güzelleşiyor. Biz birbirimizi çok seviyoruz. Büyük mutluluklar karşılıklı sevgiyle gelmiyor mu zaten? Bazen gidemiyorum ona ama çok sevdiğimi söylüyorum, o bir şey demiyor ama bir şey dile getirmemesi küçültmüyor sevgiyi; daha da büyütüyor… Öyle içimdesin ki vazgeçemeyeceğim tek şey sen oldun artık bu hayatta.

Geceler uzun ve karanlık. Geceler yalnızlığı daha çok hissettiğin bir böcek misali kabuğuna çekildiğin o kuytu ve ıssız geceler... Neden hep gecelerdir insanı düşünceler denizinde yüzdürüp de bırakan... Neden hep gecelerdir unuttum dediklerini denizin dibinden çıkarıp sana geri getiren... Neden hep geceler hatırlatır yaşadığın ama izi kalmış acılarını, sevinçlerini, mutluluklarını… Hepsi birer çakıl taşı gibi çıkar kumsallarına. Sen istemesen de vurur gecenin dalgaları onu senin yalnızlık adını verdiğin kıyılarına… Sabaha yine unutursun. Hayatın kargaşası derken gelmez aklına… Ya yeni gelen gece? Geceler niye böyledir bilir misin? Çünkü insan başını yastığa koyduğunda o sessizlikte, tüm kentin uyuduğu o vakitte hisseder yalnızlığını ve en büyük acılarını, imkânsızlıklarını. En çok o zaman hisseder. İşte bu yüzden geceler seni bana hatırlatır. Sadece seni değil. Yaşanmış, yaşanmamış ya da yarım kalan tüm aşkları… Mutlu olduğum anları, kızgınlıklarımı, yağmurlu bir hava kadar solgun olduğum anları… Kimi zaman da ilkbaharın yağmurlarıyla açıp pembelikleri ile kendisini hayran bırakan o güller gibi güldüğüm mutlu olduğum zamanları.

Yorganı üzerime çekip başımı yastığa koyduğum o vakitlerde, hele bide uykum kaçmışsa, işte o zaman rüyalara dalana kadar bir düş filmi oynar odamda. Görüntüler canlanır aklımda. Acılar, mutluluklar… Bir bir geçer yaşadıklarım gözümün önünden. Tek kişilik nostaljik bir sinema. Konusu benim dünyam ve dünyamın unutulmazları. Kendimce kararlar alırım bazen bu düşünceler denizinde yüzerken “bundan sonra şöyle, bundan sonra böyle olacağım” gibisinden cümleler kurarım kendi kendime. Kimi zaman pişmanlıklarım birkaç damla olur akar kalbime o derin sessizlikte, kimi zamansa yaşadığım mutlu anlar birer tebessüm olur yüzümde. İşte kimi geceler acı tatlı karışık bir film oynar odamda, duvarlarımla, eşyalarımla. Sonra ben yorumlar yaparım onlar da güzel güzel dinler beni.

Biliyorum herkes böyle değildir.

Herkesi götürür geceler derin düşüncelere, hayallere. Hayaller büyüdükçe azalır mı peki? Evet azalır. Çünkü sen büyüdükçe içindeki çocuk ölmeye başlar yavaş yavaş. Acılar katlanır. Ve sana anlam katar “Hayallerimle birlikte gideceğim” cümlesi.

Bir gün umutlarımı yitirdiğim bu şehirden giderken, sevincimi mutluluğumu söndüren bu yeri terk ederken, gülümsemeyi unuttuğum halde hatırlayacağım… Sömürülmüş duygularımın arasında küfredeceğim geçmişe, yaşadıklarıma, yaşatanlara. Sonra döneceğim sırtımı bu beton yığını, şerefsiz insanların dolu olduğu şehre ve “eyvallah arkadaş” diyeceğim “kahrımı çok çekti sokakların, kaldırımların” deyip gideceğim…

Konuşmadı, konuşmayacak dilim. Gözyaşlarıma sinenleri söylemeyeceğim. Ama söyleyecek, konuşacak kalemim, yüreğim; beddua edecek ahhh çekip bağıracak mahşer yerinde, en sevdiğinin bile senden davacı olduğu o günde.

Ben hiç sevilmedim. Uğruma can veren de olmadı. Bir gülüşüm için beni gözleyen de olmadı. Bilmiyorum sevilmek nasıldır. Özlenilmek ve gözyaşı döküp beklenilmek! Şair olmadı kimse benim için, en güzel sözlerle süslenmedi hiç hayatım. Tek sözüme her şeyi bırakıp gelenimde olmadı. Sevilmenin tadını bilmiyorum yani.

Adem KOÇAKER

Kalemin Secdesi