Anılar

Ruhumun sindiği evin yanından geçiyordum. Anılar gözlerimin ucunda toplandı, ve aşağı doğru yuvarlandı. Bu evde benim hayatım geçmişti. Vicdanı insanın en büyük düşmanı olmalıydı, en büyük acıyı doğuruyor, en koyu pişmanlığı kaleme alıyordu. Ben ise yıllarımı çürüttüğüm bu evin önünden geçerken kalbime kızgın şişleri batırmışlar gibi hissediyordum. Senelerini verdiğin evi son kez görmek. Gözyaşları gözlerimden yuvarlanmaya başladı. Acı her yerdeydi.

Keşke ufalanıp yok olma şansım olsaydı.

Ben güçsüz değildim. Ağlamam bana yaptıklarına rağmen savaşmamam güçsüzlüğümün ayak izleri değildi, bunu en iyi ben biliyordum. Sadece yorgundum. Bu ev benim yıllar sonra bulduğum durağımdı. Bana sunduğu dinlenme ortamı belki rahat değildi, belki küf kokuyordu ve ruhumu aç bırakıyordu. Önemi yoktu. En kötüsü yıllardır ağlamak istememe rağmen başımı dik tutmak ve hiçbir şey yokmuş gibi davranmaktı.

Her anım buradaydı, ilk yürüyüşüm, ilk kelimem, ilk ağlayışım, ilk gülüşüm, ilk arkadaşım, ilk kalp sancım, ilk hüznüm, ilk sevgilim, ilk kalp kırıklığım, ilk kahkaham...

Ben anılarımı terk ediyordum.

Sonuç olarak yalnızdım ve her daim yanımda olabilecek tek arkadaşım kitaplardı. Şimdi o "asla"larımı gerçekleştiriyordum. O hayatta "olmaz"larımı, o öldürseler "yapmaz"larımı...

Ben gidiyordum.

Veda bile edemeden. Ne diyecektim? "Seni ve anılarımızı geride bırakarak gidiyorum, asla dönmeyeceğim."

Düşüncelerim beni neredeyse güldürecekti. Az ötede benim gelmemi bekleyen insanlar vardı. Ben ise bu eve bakarken, sanki gözümün önünden film sahnesi geçiyormuş gibi hafif hafif tebessüm ediyordum. Arkadaşlarımı özleyecektim. Büyük ihtimalle gittiğim için beni asla affetmeyeceklerdi ama özleyecektim. Balkona geçip, elime kitabımı ve kahvemi alıp, yıldızlar eşliğinde kitap okumayı özleyecektim.

Burada spor yapmayı özleyecektim. Tuğçe ve Ayşe ile kahkaha atmayı özleyecektim ki güldüğüm tek insanlar onlardı. Buzdan duvarlarım vardı ve o buzdan duvarları yıkmış karanlığa, yanıma gelmişlerdi. En çok da duvarların ardındaki ben üzülmüştü gideceğine arkadaşlarının.

Başka Tuğçe ve Ayşe olmayacaktı.

Yavaş adımlarda insanların arasına doğru gitmeye başladım. Sanki başka bir boyuttaymışım gibi... Üzerimde siyah bir ceket ve siyah bir tayt vardı.

Kendimi her zaman kasvetli, koyu ve yoğun şeylere karşı daha yakın hissetmiştim.

Nasıl göründüğümü biliyordum. Kendini kaplan sanan küçük kedi gibi veya etrafı surlarla kaplanmış yıkılmaz görünen bir şehir, dışarıdan bakan birinin sapasağlam gördüğü ama surların ardında harabeden başka bir şeyin olmadığı bir şehir.

Bütün o gürültülü cümleler yerini derin, yorgun bir sessizliğe bıraktı.

Sadece ben kalmıştım geriye. En yalın haliyle. Hislerini bir kenara yığıp, onlardan edindiği tecrübeyle ayakta kalan kız.