Karma (Bölüm 1)

Saatler geçmişti... Abim bana verdiği sözünü tutarak ağzını açmamıştı fakat benim amacım bu değildi. Yani ben ondan sessizlik isteyecektim, o ise konuşacaktı ama işler tam öyle gitmedi. Ne ben ne de o ağazını açtı; sadece sessizlik.

Ne kadar zamandır yoldaydık bilmiyorum fakat artık uyku yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştı. Aşağı düşmek için yalvaran göz kapaklarımı daha fazla tutamadım ve sonrası karanlık...

***

Uyanmıştım fakat gözlerimi açamayacak kadar yorgundum. Kendime gelip etrafı dinlemeye başladım, hiç ses yoktu. Kendimi var gücümle zorlayıp göz kapaklarımı açmayı başardım. Sabahın güneşi tam yüzüme vuruyordu, elimi gözlerime siper ederek etrafı taradım ve yanımda abimin olmadığını fark ettim. Biraz doğrulunca üstümdeki bir şey kaydı ve benim bunun bir ceket olduğunu anlamam saniyelerimi aldı.

Arabanın kapısını açtığımda soğuk bir rüzgâr tenimi yaladı. Ceketin üzerimden düşmesine izin verdiğim için pişman olmuştum ama iş işten geçmişti. Arabanın etrafında bir tur atınca bir dinlenme tesisinde olduğumuzu fark ettim. Camın arkasında abim, önündeki kahvesiyle bakışıyordu. Hiç içmediğini anlamak için yanına gitmeme gerek yoktu. Tam abimin yanına doğru ilerleyecektim ki soğuk bir rüzgâr daha tenimi yakınca hızlı adımlarla arabaya doğru yürüdüm.

Elimi arabanın kulpuna götürüp kendime doğru çekme çabalarım hayal kırıklığıyla sonlandı çünkü araba kitlenmişti. Oflayarak -bu sefer hızlı adımlarla- abime doğru yürümeye başladım. İçeri girdiğimde burnuma çarpan kahve kokusu görülmeye değerdi. Kahve benim vazgeçilmezlerimden olduğundan burada bir ömür kalabilirdim. Bu anın tadını çıkarmak adına yavaş -çok yavaş- adımlarla abimin yanına ulaştım.

İlk başta beni fark etmese de kısa sürede gözleri beni buldu. Uyumadığı gözlerinin altındaki mor halkalardan belliydi. Gözlerinin etrafı kanlanmıştı ama göz kapakları isyan etmek istercesine kapanmak istemiyor gibiydi. "Geldiğini fark edemedim" dedi mahmur bir ifadeyle, onun bu haline acıdım. Cevap vermeden karşısındaki sandalyeye geçtim. "Hâlâ sessizlik mi istiyorsun?" sesi sinirli gibi değilde, ne desem onu yapacak bir tondaydı. Ama bunun cevabını kendime bile verememişken ona nasıl vermemi beklerdi?

"Hayır" dedim kendimden emin bir ifadeyle. "Tamam" dedi sanki bu cevabı bekliyormuşcasına. "Sana bir şeyler alıp geliyorum" dedi itiraz istemeyen bir tonda. Cevap vermemi beklemeden arkasını döndü ve uzaklaşmaya başladı. Aslında utanmıştım, yani o benim abim olsa da; insanların bana bir şeyler almasından utanırım ben. Belki de parasızlıktan utanıyordum bilemiyorum.

Abim gelene kadar geleni geçeni izlemeye başladım. Biri esmer, biri sarışın olan iki bayan geldi ve tam yan masamıza oturdu. Çok zengin oldukları bir kilometre öteden bile belli oluyordu. Etrafa daha dikkatli bakınca yerlerin halıflex olduğunu fark ettim. Kahvehane gibi bir yerdi. Tavanda kocaman, yere doğru taşları sallanan bir avize vardı. Masalar koyu kahve tonlarındaydı. Kokuyu hissedince sigara kokusu aldım. Sanki bir kaç saat önce içilmiş fakat duvarlara nüfûz etmiş gibiydi. Çok geçmeden abim elinde bir tepsiyle yanıma geldi, tepsiyi önüme koyup; yan masadakilere kısa bir bakış attıktan sonra karşıma oturdu.

Tepsidekilere bakınca bir tabak nohut yanındada biraz pilav olduğunu gördüm. Çatalı elime aldım fakat yemekle bakışmaktan başka birşey yapamadım. İştahım yoktu ve hâlâ suçluluk duygusu hissediyordum. Bu çok kötü bir histi sanki birisi içinize bir kurt koymuş ve bu kurt sizi yavaş yavaş kemiriyor gibiydi. Abim yemekle bakıştığımı fark edecek ki; "Neden yemiyorsun?" diye sordu.

"İştahım yok"

"Sana yedirmem mi gerekiyor Afra? Ye şunu zorlama, yol uzun belki bir daha dinlenmek için fırsatımız olamayabilir." Ah, evet haklıydı. Çocukluk yapıyordum, zorla çatalıma biraz pilav koydum ve yemeye başladım. Yan masadakilerin kahkahası, abimin dikkatini çekmek içindi. Yani bunu anlayabiliyorsunuz. Ama abimin sanki onlar yokmuş gibi davranması açıkcası beni şaşırtmıştı. Ah, doğru! Nasıl unuturum Ceyda'yı? Abim giderken pek bir hüzünlü bakmıştı sevdiceğine. Onu bir daha göremeyeceği için...

Bir dakika? Abimde benim gibi mi düşünüyordu yoksa? O da mı içinden buralara tekrar geleceğine dair yeminler etmişti? Acaba Ceyda'yla bir veda konuşması yapmışlar mıydı? Yoksa direk çekip gitmiş miydi? Bu düşünce yüreğime ateş yaktı. Abim ve ben hiç yakın olamamıştık. Hayatın cilvesi olarak aynı inanca sahiptik. Karma. Hayır budist falan değilim. Sadece Karma diye bir şeyin vâr olduğuna inanıyorum. Bu çok derin bir hikaye, anlatmaya korktuğum; anlatırsam canlanacakmış gibi.

Çok geçmeden yemeğimi bitirmiştim. Abimle emin adımlarla kahveden çıktık. Arabaya doğru yürürken yine sessizliği bozacak bir davranışta bulunmamıştım, benim gibi de abim. Arabaya binince ilk yaptığım iş ısıtıcıyı açmak oldu. "Radyoyu açsak mı?" diye bir soru yönelttim ortaya. Abim elini uzatıp radyoyu açarken "Frekansı sen ayarla" dedi. Elimi dönen düğmede bir sağa, bir sola doğru hareket ettirirken. Bir frekans yakaladım.

Ama çalan şarkı 'Annem' den başkası değildi.

Hızla radyonun açma-kapama düğmesine basarak ortamdaki sessizliğe davetiye gönderdim. Ben sessizdim evet ama abim beni öyle bir görmezden geliyordu ki; varlığımdan şüphe ediyordum. En iyi yol uykuydu...

***

"Afra, Afra, Afra, hadi güzelim geldik." Abimin sesi kulaklarımda çınladı. Yavaşça gözlerimi araladım, güneş tepedeydi. "Ne kadar az uyumuşum, güneş hâlâ tepede"

"Evet, şimdi gel de bir şeyler alalım. Hâlâ bu elbiseyle duruyorsun." dedi sevecen bir tavırla. Başımı sallamakla yetindim.

Arabadan hamlamış bir şekilde çıktım. Antalya'nın sıcak havası, Ankara'nın kavurucu soğuğuna göre daha kötüydü. Ben kış insanıydım. Abimin belimdeki eli olmasa çoktan yeri boylamıştım. Büyük bir mağazaya gelmiştik. Genelde böyle yerleri severim ama her yerde aranan bir abi kardeş olarak bu pek mantıklı olmazdı sanırım.

"Bartu, biz aranmıyor muyuz? Neden bu kadar rahatız?"

Abim önce ne dediğimi idrak edemedi fakat kısa sürede toparlandı.

"Neden aranalım? Baksana o adam polise söyleme gereği duymamış bile. Bir işler karıştırdığını söylemiştim sana"

"'O adam' dediğin senin baban!"

"Babam batsın" diye tısladı yanımdan geçerken. Hayır, hayır bu doğru olamaz! Kesin başka bir iş var bu işin içinde, benim babam beni merak eder. Sever. Kesinlikle başına bir şey geldi. Veya sabaha kadar eğelendiğimizi düşünmüş olabilir. Sonuçta abim yanımdaydı, yani babam öyle düşünmüş olmalıydı. Kesinlikle abimle bir tartışmaya girerdim fakat onun babamız hakkında böyle düşünmesi sinirime gidiyor. Babamın annemin ölümü hakkında bir şeyler bildiğini, bizden sakladığını söylüyor.

Müziğin sesi kulakları sağır edecek türdendi. Müziğin sesinin neden bu kadar açık olduğunu merak etmedim değil doğrusu. İçeri girdiğimizde abim hemen iki tane sepet aldı ve yanıma geldi biri bana uzatıp "Ne istiyorsan al, fazla vaktimiz yok" dedi ve bir şey söylememe fırsat vermeden erkek reyonuna doğru ilerlemeye başladı. Hemen sağımdaki tişörte takıldı gözüm. Siyah ve gri tonları vardı. Sadeydi. Önünde hiç bir şey yazmıyordu. Çizgi veya boncuk türünden bir şeyde yoktu. Çok sadeydi ve tam benim tarzımdı. Vakit kaybetmeden onu sepete attım. Yanımdaki uzun kollu bluza dudaklarımı bükerek baktım çünkü bu havada onu giyersem bir şelaleye dönebilirdim. Hem yanımdaki taytlara yöneldim bir sürü tayt vardı burada. Siyahı, mavisi, pembesi...

Hemen elime iki tane siyah tayt alarak şortların oraya yöneldim. İki tanede beyaz şort aldıktan sonra tamamdım. Abimin yanına gitmek için arkamı dönecektim fakat, sert nefes alan bir şeye çarpınca çığlık kaçınılmaz oldu. O da hemen eliyle ağazımı kapatarak bunu kolayca engelledi. "Ödümü kopardın" dedim omzuna bir tane geçirerek.

"Abini fark etmemen çok garip" dedi sırıtarak.

"Abim gelince ses verseydi bende fark ederdim"

"Hadi, geç kalıyoruz. Bakayım ne aldın?"dedi ve elimdeki sepeti çekiştirdi. Önce teker teker hepsine baktı, sonra taytları geri yerine koydu." O taytlara bu sıcakta ne yapmayı planlıyorsun küçük?"

"Küçük mü? Sensin küçük! Ben 18 yaşındayım bi' kere" diyerek yalancı bir trip attım ona. Cevap vermedi, onun yüz ifadesini görmek isterdim ama o anda başka bir şeye takılmıştı gözüm. O kahvede gördüğüm kızlar da buradaydı ama bu sefer konuşmuyorlardı, sadece ellerindeki sepetlere kıyafet koyuyolardı. Şaşırmıştım doğrusu, bir insanı aynı günde iki defa görmek? Bu mümkünmüydü? Evet ? Hayır?

"Orada öyle dikilmeyi mi planlıyorsun?" Abimin sorusuyla dünyaya döndüm. Hiç bir şey söylemeden mağazanın çıkışına yöneldim. Göz ucuyla abime baktığımda elinde poşetlerin olduğunu gördüm. O kadar süre mi izlemiştim o kızları? Cidden canımı sıkmaya başlamıştı bu konu. Fakat bunu abime söyleyemezdim, zaten çok pimpirikli bir de bu konuda olan saçma sapan düşüncelerini dinleyemezdim. Arabanın yanına geldiğimizde abim anahtarıyla arabanın kilidini açtı ve ön koltuğa doğru yürüdü. Ben de hemen yanına geçtim. Yol boyunca sıkılacağımı bildiğim içim müzik dinlemek istiyordum fakat yine bana eskiyi hatırlayacak bir şarkı denk gelirse diye cesaret edemiyordum. Aslında bir roman olsa en azından vakit geçerdi. "Abi!"

"Efendim"

"Kitapçıya uğrayabilir miyiz?" olabildiğince radyodaki müziği düşünmemeye çalışıyordum.

"Neden?" diye sordu salağa yatarak.

"Sence abicim? Neden kitapçıya gidilir?" diye alay ettim onunla.

"Ondan demedim, burada olduğmuz sürece kitap okumaya vakit bulabileceğini sanmıyorum"

İşte şimdi anladım, çok büyük bir olaya bulaşmıştım.

İşte şimdi anladım, ben gerçekten kendimi feda edecektim.

"Sence neden abi?"