Bu Ülkenin Unutulmuş İnsanları

Kasım ayına girdik.

Hayallerdeki aşkı bulmak ve buna benzer bir dünya beklentilerle kucakladık kasımı. Aşk önemli tabi, önemli olmasa umutsuz bir aşığın hayatına son vermesinin başka açıklaması olabilir mi?

Kasım ayı yalnızca aşkı hatırlatmadı bana mesela en basitinden kış geliyor. Bu yıl bizi nasıl bir kış bekler Tanrı bilir. Geçen kıştan aklımda kalan en bariz anı, sokaklarda gördüğüm incecik gömleğiyle hayatta kalmaya çalışan insanlar olmuştu. Bu kış yine aynı sahneleri yaşamamak için geçtiğim tüm yolları değiştirmeye karar verdim, yani standart duyarsız insan modeli. Kış gelmesine bazı insanlar çok sevinir, bazı insanlar ise kış hiç olmasın ister. Bu insanların genelde ya parası yoktur, ya evsizdir yada parası vardır ama İstanbul’un hayat şartlarında yettiremeyenlerdir. Kömür almalıdır en basitinden, evini, çocuklarını sıcak tutmalıdır, sobanın iki metre yarıçaplı ısısında.. Yine karamsar, yine karamsar, yine karamsarım. Bir şey söyleyeyim mi, benim yazılarımı okurken intihar edebilirsin yada farklı bir yol seçip tüm bunlarla yüzleşebilirsin. Sonuçta yazılarımı zengin sınıftan insanlar okuduğu gibi alt tabaka insanlarının da okuduğuna eminim. Okurken sakın üzülmesin benim ülkemin gurur kaynakları, ezilmiş insanlarım, sizler elbet bir gün düze çıkacaksınız, eminim. Yazımın en başında geçtiğim tüm yolları değiştireceğim demiştim, açıklamasını yapmanın zamanı geldi; değiştireceğim çünkü üç beş kuruş vermekle o insanların hayatını değiştiremiyorum ancak siyaha dönmüş kalbimi biraz olsun rahatlatıyorum, geçiştiriyorum anlayacağınız. Bunu yapmak yerine o yollardan geçmemek en iyisi gibi geliyor. Garantisini de veremem yeni yolların yeni insanları karşıma çıkarmayacağına, hayat bu ve de İstanbul burası, her yer ama her yer sosyal devlet anlayışını benimsemiş devletimin sosyalleştiremediği insanlarla kaynıyor. Sosyal devlet demişken bu konuda da biraz konuşmaya ne dersiniz? Sanırım bu tip insanlara yardım etmek amacıyla kurulmuş vakıflar varmış, sanırım diyorum çünkü işlevselliğine inanmıyorum, ölü vakıflar diyorum ben bunlara. Bunca insan aç ve sefil bir şekilde hayatını sürdürürken ve hatta bazıları hayatını bu yüzden kaybederken bu vakıflar ne yapıyor, düşündürücü! Dış ülkelere –adını bile ilk kez duyduğum ülkeler- trilyonlarca lira yardım yapıyoruz ama ülkeme bakıyorum, binlerce, on binlerce insanımızın açlıktan nefesi kokuyor. Bu insanlarımızı kimse fark etmiyor. Tabloyu biraz daha genişletmek gerekirse, halkın belki de –araştırmadım ama eminim- yüzde 70’i yoksulluk sınırında yaşıyor. Biz de tutmuş bu acı tablo karşısında hiçbir şey yapmayıp, başka ülkelere, yine bu yoksul halkın vergilerinden kırparak yardımlar gönderiyoruz. Bu paraların amaçlı ellere ulaştığına da inanmıyorum, yapılan tüm yardımların faturasını halka dağıtsınlar inanayım, başka ne denir ki! Hep yoksulluk dedik, sosyal devlet olmak demek yalnızca yoksullukla başa çıkan bir devlet anlayışı değil, bunun başka bir boyutu da küçük çocuklara yapılan tacizler, tecavüzler, çocuk yaşında evlendirilen kızlar, koca dehşetinden kaçmak için devlete sığınan ama devletin sahip çıkamadığı ölmüş kadınlar ve ölecek kadınlar.. Liste uzun, çok uzun. Şunu da dipnot düşmek istiyorum, tüm bu yaşanan dramsalların suçlusu olarak şu anki iktidarı hedef göstermiyorum. Geçmiş hükümetlerin çoğunun da bu konu hakkında yaptıkları somut bir şey yok, gözümden kaçan varsa da yetersiz gelmiş ki hala bu insanlar hayattan kopuk, umutsuz bir biçimde yaşamlarına devam ediyorlar.