Fedakârlık

Ahmet, güneşin yavaş yavaş odayı aydınlatışını izledi. Bütün gece gözüne bir damla uyku girmemişti. Nasıl girebilirdi ki ? Aylarca iş aramış; cv göndermedik yer bırakmamıştı. Artık umutları tükenmeye başlamıştı ki, dün çalan telefonu hayatını değiştirebilecek türdendi. Belki de hayalindeki işe yarın kavuşacaktı. Para, makam, prestijli bir iş önemli değildi onun için. "Boğazımdan geçecek bir kuru ekmekle başımı sokacağım bir kutu ev yeter, fazlasında gözüm yok." derdi hep. Ama maalesef herkes onun gibi düşünmüyordu. Parayı; aşktan, sevgiden, iyilikten, dürüstlükten üstün gören insanlar vardı. Bunlardan birisi de Ayşe'nin babası Yakup amcaydı. Ayşe; Ahmet'in hayatını değiştiren insan. Daha üniversitenin başında tanışmışlardı. İlk tanıştıkları günden bugüne aşkları hiç azalmadı hatta yılların verdiği sayısız zorluklardan dolayı kuvvetlenerek devam etmişti. O günden bugüne tam 6 yıl geçti. Artık ikiside bir an önce hayatlarını birleştirmek istiyorlardı. Ama bunun için Ahmet'in iyi bir iş sahibi olması şarttı. Yakup amcanın bu konudaki tutumu çok sert ve tavizkarsızdı. Bu yüzden bu süreç çok fazla uzamıştı ve bu sıkıntılı süreçte en çok yıplananlar tabi ki Ayşe ve Ahmetti. Sonunda başvurduğu yüzlerce işverenden kendisine ciddi anlamda bir dönüş olmuştu. Hatta telefondaki görüşmeden aldığı izlenime göre işe alınacak gibi duruyordu.  Yarın belki de bu son engelide aşıp hayatının aşkına kavuşacaktı. Sabaha kadar iş görüşmesinin iyi geçmesi için dua etmişti. Peki ya Ayşe ? Haberi alır almaz sevinç çığlıkları tüm evi ayağa kaldırmıştı. Araları limoni olan annesiyle babası onu uzun zamandır ilk defa bu kadar mutlu görüyorlardı. Onun da Ahmet gibi gözüne sabahlara kadar uyku girmiyor sevinç, heyecan, stres hepsini bir arada yaşıyordu. Ahmet'in, tavanda takılı kalan bakışlarını telefonun alarmı serbest bıraktı. Hemen yerinden doğruldu, hızlı bir hazırlıktan sonra annesinin; "dur oğlum kahvaltı..." yarım kalan sözlerini duymadan evden çıktı. Gece şehir kendini yenilemişcesine dışarıda çok berrak ve temiz bir hava hakimdi ta ki ana caddeye varıncaya kadar. Otobüs her zamanki gibi çok sıkışıktı. Özenle giydiği, hiçte alışık olmadığı kunduralarına insanlar bastıkça sinirleniyor, kendi kendine söyleniyordu. Nihayet otobüsten indi ve trafiğe takılmamak için bu sefer metroyu tercih etti. Bu onun tercihiydi. Bu onun kaderiydi. Basit görünüyordu ama bu aslında çok kritik bir seçimdi. Daha randevusuna 45 dakika olmasının verdiği rahatlıkla metro istasyonuna girdi. Gözleriyle tabelaları süzüp, yönünü bulmaya çalışırken bir anda çalan anonsla irkildi; "acilen b rh pozitif kana ihtiyaç vardır, kan vermek isteyenler lütfen danışmaya başvursun". Bir saniye içinde kafasının içinden binlerce düşünce geçti dersek abartmış olmayız sanırım. Bu onun kan grubuydu ve bu onun göreviydi; gidip yardım etmesi gerekiyordu ama belki de bu yüzden hayatının fırsatını kaçıracaktı. Bu fırsatın telafisi olabilirdi ama hayatın telafisi olamazdı. Hiçbir şey bir insan hayatından önemli değildi. Danışmaya gittiğinde, karşısında altmışlı yaşlarında hayatın yorgunluğu yüzünde derin izler bırakmış, son derece zayıf, bitkin bir adamla karşılaştı. Evet bu kana ihtiyacı olan kişinin babası Çetin Bey'di. Evlat acısı, dünyadaki en büyük acılardan biridir derler. Çetin Bey, bu acıyı tatmamıştı ama hayat onu yıllardır bu acının korkusuyla yaşatıyordu. Uzun bir süredir memleketi Muş'ta tedavi gören oğlunu, son bir umut olarak 6 ay önce Ankara'ya getirmişti. Gurbette 6 aydır devam eden meşakkatli, endişeli bir bekleyiş... Ahmet, kan bağışını yaptıktan sonra Çetin Bey'e tekrar ihtiyaç olması halinde araması için telefon numarası verdi. Zira, Ahmet'in başta babası olmak üzere birçok akrabasının kan grubu aynıydı. Daha önce de kendi babası için ihtiyaçları olmuştu. Ahmet, Çetin Bey'in hayır duasını alarak hastaneden ayrıldı ama iş görüşmesi için  artık her şey çok geçti. Görüşme yerine vardığında, ikinci bir şans tanımadılar kendisine ve kibarca kapı gösterildi. Derin düşüncelerle dışarı çıkıp, bir parkın bankında dalgın dalgın otururken telefonu çaldı. Arayan meraktan çatlamak üzere olan Ayşeydi. Telefonu açtığında, Ayşe'nin arka arkaya gelen sorularının bitmesi için bir süre sessiz kaldı daha sonra da tüm olanları anlattı. Ayşe, üzüntü ve sinirle sesini yükselterek sordu:"Ne yaptığını zannediyorsun he tüm bu yaptıkların ne demek oluyor böyle ? ". Ahmet'in dudaklarından dökülen tek kelime Ayşe'yi sakinleştirmeye yetti:"Fedakârlık".