Şehrin Vicdanı

Image title

ŞEHRİN VİCDANI

Çiçek bahçesi değilse de,ona benzer bir dükkandı çalıştığı yer.Dükkanın beş metre öncesinde başlayan kokusuyla envai çeşit çiçek mıknatıs gibi çekerdi sizi.

Çığırtkan ya da yapışkan bir adam değildi satıcı.Derviş gibi bir duruşu vardı.Gözü tok,gönlü zengin.Hiç şikayet ettiğini duymadım ama yoksuldu aslında.İstanbul'a geleli yıllar olmuştu.Hırs barınamazdı gönül bahçesinde. Nefsin zehirli dumanına izin vermezdi çiçekleri solmasın diye.

Her gün konuşurdu çiçeklerleriyle,insanlardan daha iyi anlaştığını söylerdi.Hani ,çok iyi tanımasanız da yıllardır tanışıyor gibi anlaşırsınız ya,öyle işte.Dünyanın malında gözü yoktu.Kazandığını doğuştan engelli oğlu için harcardı.Karısı yıllar önce vefat etmişti.Büyük oğlu hayırsız çıkmıştı,arayıp sormazdı aynı şehirde bile.Yalnızdı tekerlekli sandalyeye mahkum oğluyla fakirhanesinde.Ne fakirlikten ne ölümden korkardı.Rızk endişesi taşımazdı,çünkü yüreğinde iman taşıyordu.Biri olunca bunlardan kalpte,diğeri barınamıyordu.

Bütün sıkıntılarına rağmen,hiç sitem etmemişti hayata,kadere.Onu dinlerken sürekli yakınan nefsimden utanırdım.

İş yerimin karşısındaydı dükkan.Öğle arası uğrar çiçek kokuları ve sonsuz  huzur içinde kaybolurdum.İlim olmasa da irfan sahibiydi.Zaten ilim de irfan için değil miydi? Bir dergaha gidip geldiğini söylerdi ben gibi sıkıldığında.Dünya perdedir derdi,aldanma.Nasıl olup da böyle yalın,duru bir ruh taşıyordu kirlenmeden anlayamazdım.O kunuşur ben susardım.Her şey canlıdır derdi çiçekleri sularken.Hiç cansız çiçek satmazdı,dalından kopmuş buketler yoktu dükkanda.Saksıda da olsa,  yaşıyorlardı hâlâ. Çiçeklerin zikrettiklerini söylerdi,biz duyamasak da.Bu kulak ve gözlerle neyi tam olarak kavrayabilirdik ki tamamen.Sınırlıydı beden,sınırsız olanı nasıl algılayabilirdi?

Çok okurdu,beni utandıracak kadar derya denizdi.Çok konuşmazdı yine de.Okumaya yazmaktan,susmaya konuşmaktan çok zaman ayırırdı.Sürekli gelişim halindeydi.Kendini bir şey sanmazdı ama çok şeydi aslında.Zaten değeri de bu  tevazudan kaynaklanıyordu.Ara sıra bir şeyler karalardı;bazen bir şiir,bazen arapça bir metin,bazen hat sanatıyla bir dua...Yine de utanırdı göstermeye kendini öyle yeterli görmezdi.Ölene kadar öğrenmek ve geliştirmek isterdi kendini.

Bu ak sakallı amcadan öğreneceğim çok nefs dersi vardı ömrü vefa etseydi.

İstanbul,dehşet saçan yüzünü ona da göstermişti.Sabahın erken bir vakti,genç bir tinercinin bıçak darbesiyle yummuştu gözlerini hayata.Sebebi tam bilinmese de tahmin etmesi zor olmayan dünyalık nedenlerle.Dükkanın önünde rastladım,çiçeklerin masumiyetine yakışmayan hazin bir çirkefin bulaştığı kanlar içindeki bedenine.Erkendi saat,ama yine de onu ilk ben görmemiştim.Ben kapattım açık gözlerini elimle,hiç düşünmeden. Belaya bulaşmayalım derken,günaha bulanan insanlar yüzünden.Öyle ya,bu koca şehirde ölen bile mezara kendi gitmeliydi.

Kan bağım yoktu,ama manevi bağdan daha güçlü bağ mı olur ki?

Bana söylediği son sözlerini hatırlarım hala geçerken çiçekçinin önünden;

"Ölümden korkma evlat,dünyadan kork asıl.Ölünce; imtihanın biter,yurduna yerleşir,Yaradanın rahmetine adaletine kalırsın.Dünyada ise,imtihan sırrıdır; Nefsinin, insanların  ve iblisin vicdanına kalırsın..."