Taşın Üstünde Doğaya Ziyaret

Bir şaraphaneye girdim. Şarap içtim, yeni ayrılmıştık o zaman. Şarabın tadı bile kötü geldi. Boğazımdan bir şey geçmiyordu. Ben de arabaya atladım. Ben yolda gittim, yollar benim üzerimden geçti. Bir dağın aşağısına bir halı serdim, halıya oturdum. Sonra yetmedi. Rüzgar benim içimdeki üzüntüyü, kederi, öfkeyi alsın istedim. Dağa tırmandım, en yukarı çıktıktan sonra en yüksek taşa çıktım. Taşın üstündeyken güneşin yeni yeni dağların üzerinden çıktığını gördüm. Saat daha altıydı.Taşın üstünde sağıma baktım kocaman bir dağ, soluma baktım taşlar, yere bakınca insanların o güzelim bitkilere attıkları çöpleri gördüm. Etrafımda petrol, evler, yaprağı olmayan ağaçlar vardı. Tam karşımdaki yoldan arabalar sanki bir yere kaçarmış gibi hızlı hızlı ilerliyorlardı. Koskocaman bir dağ, dağın en üstünden başlayarak üç tane koskocaman bir insana göre merdivenler vardı sanki. Bulutların üstü beyaz, altı yağmur yağacağını işaret edermiş gibi çok az grileşmişti. Bulutların altı dümdüzdü. Sanki üstünde farklı bir şehir varmış gibi, sanki bulutlar dünya da, hava da uçan adaymış gibi. Bu adalar yavaş yavaş sağa doğru kayıyordu. İlk ayrıldığımda artık dünyada bir şey yapamayacağımı, dünyanın zevksizliğini düşünürdüm ama  dünyadaki sadece küçük bir taş parçasının üstünde bunu benim uydurduğum bir yalan olduğunu anladım. Yolun arka tarafında bir tarla vardı, içindeki insanlar tarla için uğraşıyorlardı. İnsanlar yaşamak için, dünyada kalmak için ne kadar uğraşırken benim dünyadan vazgeçmem çok saçmaydı. Tam bu sırada bu güzelliği görüntüledim. İnternete attığım sırada mesaj sesleri birbirini kovaladı. Telefonu anında oturduğum taşın üzerine fırlattım. Telefonla uğraşmak yerine bu güzelliklerin tadını çıkarmalıydım. Sevgilimden ayrıldım ama kendime aşık olacak başka bir şey buldum. Doğa!