Sarı Papatyalar

Yağmurlu bir Akşamdı.

Akşam eve dönüş yolundaydım. Trafikteki çalışmadan dolayı uzun zaman sonra sahili kullanmaya karar vermişti şoförüm Ahmet Bey.

Stresli gecen bir toplantıdan sonra eve gidip duş almak bana iyi gelecekti. Trafiğin yoğunluğunu fırsat bilip araçta duran kitabımı istedim ve kalan yerden okumaya başladım.

Müziğin sesini biraz kısmıştı. Hafif çalan müzik iyi geliyordu ve Ahmet Bey bunu çok iyi biliyordu. Çalan müzik eşliğinde kitabımı okurken ani bir fren sesi ile kitaba ara verip olan biteni anlamaya çalışıyordum ve camın buğusunu sildikten sonra bakmak için yöneldiğimde, telefonun çaldığını duydum arayan Rıdvan’dı:

-Alo...

+Rıdvan sen'misin.

-Sesini duymak ne hoş

+Evet, müsaitim hafta sonu

-Eşine selam

Telefonu kapattıktan sonra eski günler gelmişti aklıma. Rıdvan’la lise yıllarında yaptığımız kavgaları özlemiştim. Biz dört arkadaştık, aynı mahallenin çocuğuyduk. Aslında evinin önü tarla olan piriket duvarlı bahçesinde envai meyveleri olan bahçemizin kenarlarında Alime annemizin ektiği karanfiller vardı ve rengarenk güller ve en çok da bunlar zarar görürdü bizden. Yeni açan gülleri koparıp kızlara verirdik sırf bizimle gezip tozsunlar diye. Bir başkaydı bizim Sivasımız.. 4 Eylül Sivas şenliklerine gitmek için akşam toplanma kararı vermiştik. Okul çıkışı bir yerlerde oturup akşamda meydanda eğlenceye gidecektik…

Çalan bir telefon:

-Alo…

+Hayrola Rıdvan ne oldu..

-Ne zaman durumları nasıl..

+Geliyorum…

Evden çıkıp numune hastanesinin acil bölümüne gelmiştim Rıdvan kapıda beni görünce yanıma gelip ağlamaktan şişen gözlerle

"Ağabey bir anda oldu anlamadım. Aniden çıkan araba çarptı ve kaçtı ikisi de motordan düştü, yerde sürüklendiler kaldırıma doğru. Ben bir şey yapamadım ağabey.

Rıdvan takılmış sürekli aynı şeyi söylüyordu. Attığım tokat sayesinde kendine gelmişti. Doktor ameliyatta olduğu için bir haber alamıyordum. Sadece tek yapacağım şey beklemekti. Uzun bir aradan sonra aileler gelmişlerdi. Yaşlı olan babacığı dayanamayıp yıkılmıştı yere. Hemşirenin gösterdiği odaya uzanmıştı Kemal amca. Doktorun "Talha ve Muhammed'in yakını kim..!" sesiyle koridora doğru yönelmiştim. Doktor gerekli açıklamayı yapmıştı ikisi de aslında hastaneye geldiklerinde çok kan kaybetmişlerdi. "Gerekli müdahaleyi yaptık ama maalesef hastalarımızı kaybettik" sözleriyle dünyam yıkılmıştı. Rıdvan kendin yere bırakmıştı ve sessizce çırpınıyor, saçlarını yoluyordu.

Bir aralık gözüm Âlime anneye döndü. "Kuzularım" deyip bayıldığını gördüm ve bir aile yok olmuştu adeta…

Ahmet’in "Kürşat Bey iyi misiniz?" demesiyle kendime geldim.

"Ha evet iyiyim Ahmet bey teşekkür ederim. Dalmışım". Arabadaki paketleri alıp "Ahmet bey yarın  izin kullanın. Acil bir durum olursa ararım" deyip eve doğru yöneldim. Kapıyı açıp Talha Muhammed’in bana doğru koşması  iyi gelmişti; eve girmiştim. Talha ve Derya bana Sofia'mın emanetleriydi; eşim vefat ederken hediye etmişti Talha’mı.

Eve girmiş elimi yıkamak için lavaboya giderken, Derya'nın odasının kapısı açıktı. Masasının üzerinde günlüğü ve onun üzerinde duran Sofia'nın resmi dikkatimi çekmişti. Ve defterden şu cümleler dökülüyordu.

" Annecim sen gideli on sene oldu.Ve her gece senin yokluğuna üzülüyorum. Kardeşim Talha'ya senin istediğin gibi bakıyorum, babamı da üzmüyorum her akşam senin öğrettiğin orta şekerli kahvesini ve yanında lokumunu da unutmayıp veriyorum.Ve her defasında bana "Annen gibi yapmışın diyor; biliyorum seninki gibi köpürmüyor ama yine de yapıyordum. Biliyor musun... Senden sonra hiç evlenmedi. Her akşam eve saatinde geliyor. Anne sadece Salı akşamları geç geliyor. Soruyoruz toplantı vardı diyor. Bir Salı akşamı onu takip ettim anne kızma bana olur mu..

Eyüp'te bulunan bir kafede oturuyordu. Yanında kimse olmadığı halde masasına iki tane çay ve iki tane Papatya duruyordu. Bir saat kadar oturup kalktı. Ben oradan ayrılıp hemen taksiyle babamdan önce eve geldim. Neden böyle yapmıştı anlamadım ama bu aksam soracağım anne…"

Kızım benden şüpheleniyordu...? Hemen toparlanıp odadan çıktım.

Derya'nın balkonda telefonla görüşmesi bitmiş içeri gelmişti. Talha'nın ben acıktım demesi ile masada bulduk kendimizi.

-Derya;

-Baba yarın programın var mı..?

-Hayır neden sordun..?

-Yarın annemin doğum günü ona çiçek alalım mı en sevdiğinden hem de..

-Bir an "papatya; papatyayı severdi kızım" dedim. Yarın gezmeye gidiyoruz diye çığlık atan Talha'nın sevinci görülmeye değerdi. Ve yarın sabah için program yapmıştık.

Yorgun olduğumu söyleyip yemekten sonra uyumak için odaya geçmiştim.

Sabahın erken saatlerde uyanan Talha ve Derya'nın sesiyle uyanmıştım. Kahvaltıdan sonra taksiyle Eyüp Mezarlığına gelip, önceden aldığımız papatyaları mezarının üzerine  bırakan Derya bir taraftan da toprağının kenarlarını düzeltiyordu. Bir müddet sonra içten içe ağlayan Derya'nın omzuna dokunup "gitmemiz gerekiyor artık" deyip Pierloti'ye doğru yola çıkmıştık.

Talha'nın isteği üzerine aşağı teleferikle inmiştik. Eyüp Sultan Camii'ni ve Eyyüb el Ensarî Hazretleri'ni ziyaret edip yan tarafta bulunan kuşlara yem veren Derya ve Talha ile meydandan geçip oyuncakçılar çarşısına gelmiştik.Talha oradan odasındaki kitaplık için Eyüp Sultan Camii'nin küçük maketini almıştı. Yan sokaktan  bizim mekanımız olan kafeye Sofiam'la gizli buluşma yerimiz olan saklı bahçeye girmiştik. Deryanın bir an bana baktığını gördüm. "Burası nere baba diye sorunca..?"

Burası annenizle benim buluşma yerimiz. Şu köşedeki masa bizimdi ve hep orada otururduk iki tane çay ister ve saatlerce birbirimize hayallerimizi, gelecekteki evimizi, çocuklarımızı konuşurduk ve annenizin yüzüne bakınca her defasında şükür ederdim Allah'a ona kavuştuğum için. Şimdi de siz varsınız; yine şükür ediyorum. Sizler bana Sofia'mı hatırlatıyorsunuz.

-Ömer iki çay ve bir portakal suyu verir misin bize

-Tabii Kürşat ağabey

Çayların yanında gelen papatyaları görünce Derya:"Baba..! Bunlar da nedir..?" diye sordu

-Bugün günlerden Salı. 4 Nisan Salı... Annenizle buluşma günümüz kızım…