Ölüm... (Bir çocuğun gözünden, iç döküm)

“Sizin hiç babanız öldü mü? 

Benim bir kere öldü, kör oldum.

Yıkadılar, aldılar, götürdüler…

Babamdan ummazdım bunu, kör oldum.”

 

                                               Cemal SÜREYA

19 Ekim 1994… Bunu ister bir hikâye gibi okuyun, ister Nuri Usta’nın oğlu veya onun deyimi ile “Hasan Baba”sının bir iç dökümü olarak…

O gün sıradan bir gün gibi uyandım yine. Babam hastaydı ve ben kanser sözcüğünün anlamını bile bilmeden babamı soranlara “Kanser o, ama iyileşecek” diyordum.

Kahvaltımı yaparken karşımda babamı görünce mutluluktan ne yapacağımı şaşırdım o gün. “Ben de katılayım mı size bubam?” dediğinde dünya benimdi sanki. Ben, onun babasının yani Demirci Hasan Usta’nın adıydım o yüzden bizim oraların deyimi ile “bubam” derdi bana.  Aylardır yürümekte ve konuşmakta zorlanan adam kendi başına kalkmış ve bizimle kahvaltı yapmıştı daha ne olsun! Tabi bu duruma annem de çok şaşırmış ve adeta nutku tutulmuştu.

Ben ağzım kulaklarımda okula gittim. “Babam artık iyileşti.” diyordum içimden. Hatta o gün öğle arası eve gitmedim. Evet normalde gitmen gerekirdi diyebilirsiniz ama bir çocuğun “Babamı bugün son görüşüm mü acaba?” diye okuldan eve koşarak gelmesi ve bunu aylar boyu sürekli yapması nasıl bir duygudur bilemezsiniz.  Öğle arası okuldan çıktığımda arkadaşlarımla top oynamaya başladım. Çünkü babam o gün bizimle konuşmuştu, iyileşmişti artık benim gözümde. “Yanıldın işte!” diyordum içimden son gittiğimiz ülke çapında ünlü doktora. İki ay ömür biçmişti doktor en fazla. Ama işte babam iyileşmişti. “Oh olsun sana doktor” diyordum.

Hazır babam iyileşmişken, fırsattan istifade edeyim diye mahalle maçı kadrosuna da yazdırdım kendimi o keyifle. Arkadaşlarım da aylar sonra beni aralarında görünce sevindiler. Ne de olsa takımın en hırslı, en çok bağıran çağıran elemanı bendim.

Oyunun en hararetli yerinde dayımı gördüm. Bahçe kapısından okula girdi. Önce direk müdür odasına gitti. Sonrasında eline sınıfımdan çantamı ve montumu almış olarak çıktı bahçeye. “Hasan gel, eve gidiyoruz” dedi bana. Söylenerek gittim dayımın yanına. Neticede aylardır hasret kaldığım arkadaşlarımdan ve oyunumdan ayırıyordu beni. Dayımın adı da Hasan’dı. Bizim sülalede en çok kullanılan isim bu sanırım. Ama normalde vereceğim tepkiden daha az bir düzeyde tepki verdim o gün. “Belki de babam beni özledi de çağırdı” diyordum içimden. Dayım ise evin kapısına gelene kadar hiç konuşmadı.

Evin önüne geldiğimizde bir kalabalık gördüm. Hasan dayım simsiyah saçlarımı okşadı ve “Aslanım sen burada bekle istersen yukarı çıkma. Bak sana top da aldım hatta çikolata da var. Bağrış çağrış duyarsan da endişe etme sakın!” dedi ve yukarı çıktı. Eve çok giren çıkan oluyordu. Ben ise 2. sınıf öğrencisiyim o yıl. Okumayı yeni söktüğüm gibi dünyayı da yeni söküyorum daha. Her gelen geçen bana gülümsüyor saçımı okşuyor. Arada bir ağlama sesi duyuyorum yukarıdan.

Artık dayanamıyorum ve çıkıyorum yukarı. Yavaş yavaş ikinci kattaki evimizin merdivenlerinde küçük ayaklarımın adımlarını atıyorum. Evimizin altında dükkân var ve aylardır kapalı. Merdivenleri çıkarken aklıma babamın dün beni yatağının dibine çağırıp “Büyük adam olacaksın aslanım, herkes seninle gurur duyacak ama en çok da ben…” dediğini hatırlıyorum. Nedense kendi kendime “Yukarıda ne görürsen gör Hasan, sen büyük adamsın” diyorum. O yaşta soyut düşünemem ki! Büyük adam demek boyu uzun, yaşı da büyük ve böyle her acıya katlanabilen adam demek benim gözümde.

Üst katın kapısından girdiğimde ablam gördü ilk beni. “Kim çıkardı seni buraya, dayım nerede?” dedi ama annem yan odanın kapı arasından  görmüştü bile beni. Açtı kollarını kocaman. Bu “Gel oğlum sarılayım sana.” demekti ve ben de koşarak sarıldım ona.

Yanağıma bir şey oldu, bir şey damladı. Anne gözyaşıydı bu. Ben o gün annemi ağlarken gördüm ya, aslında cehennemi gördüm orada. “Oğlum baban…” dedi ama devamını getiremedi. Tuttu elimden, başka bir odaya götürdü beni.

Bir adam gördüm o odada. “Bu adam benim babam olamaz!” dedim ilk başta. Çenesi bağlanmış, üstünde bir bıçak. Annemle çöktük başına uzunca bir süre ağladık. O gün ben de girdim cehenneme annemle. Hayat denen cehenneme yani…

Aşağı indirdiler babamı. Hani size hikâyeler anlattım ya yazıhane dedim, hırdavat dükkânı dedim, He-man izlediğim televizyon dedim, çay dedim, sigara dedim… Keşke sigarayı demez olaydım o yüzden gitti Nuri Usta… Keşke “Sigara içme baba!” diye deli gibi ağlasaydım “Bana bisiklet al baba” diye ağlayacağıma… Ama biliyor musunuz çok kez “Sigara içme baba” dedim o yatan adama. Bu aslında “Seni seviyorum babam.” deme şeklimdi. Belki de bu yüzden  çok yumuşak bir şekilde söylerdim o cümleyi. Hiç ağlayarak ya da üzülerek söylemedim. İçmesin isterdim sigarayı çünkü babamı severdim.

Neyse işte o dükkâna indirdik babamı. Hayatımın en karanlık gecesiydi o gece. Hayatımın en ıssız gecesi. Annem bana sarılarak uyudu ama aslında uyumadı, sadece ağladı… Hem de saatlerce…

Babam, çocukluk anılarımla dolu o dükkanın tam ortasına serilen döşeğin üzerinde bir gece bekledi. Sessiz, kimsesizdi… Bense çocukça bir korkuyla bir daha inemedim yanına. O koca yürekli adam, o çok sevdiği dükkândan hiçbir şey alamadan gitti yanında. Sadece hayallerini götürdü sanırım. İmkânsız hayaller…

20 Ekim 1994… Bir gün sonrası yani. Bu kez günden hatırlanan tek şey: toprak. Babamı önce yıkadılar. Hem de nerede biliyor musunuz? Elimde sigara gördü diye bana vurduğu yerde. “Kalk baba” dedim o an. “Kalk be adam, döv beni bir daha. Sesimi çıkarırsam namerdim. Ama ben de seni döverim ha! Sen de sigara içtin ve bu haldesin şimdi. Ben de senin baban değil miydim? Keşke kızsaydım sana da burada böyle yatmasaydın. Kalk hadi!”

Kalkmadı tabi. Hatta imam efendi bana da bir tas su döktürdü. “Çok sıcak değil mi bu su? Babamın canı yanmaz mı?” dedim suyu dökerken. İmam acı acı gülümsedi bu soruya. O da başımı okşadı. Ali eniştem o gün benim gönüllü bakıcımdı ve suyu döküp onun yanına dönünce “Yahu neden bugün herkes başımı okşayıp garip garip gülüyor bana?” dedim ve o da aynı şeyi yaptı bu soruma karşılık. Garip bir gülümseme ile başımı okşadı.

Elimde babamın bana aldığı oyuncak kepçe var. Annemden “Babanı toprağa vereceğiz” lafını duyunca kepçemi hazır etmiştim önceki günden. Toprak deyince kepçem yanımda olmalıydı. Babamı ilçemizdeki cenaze namazlarının tek yeri olan Ulu Cami’ye getirdik. “Üstüne neden bu kadar şey örttük ki?” diyor ve bu duruma anlam veremiyordum. Çünkü ben babamın yüzünü görmek istiyordum.

Camide Ali eniştem elimi hiç bırakmadı. Daha önce hiç görmediğim bir tarzda namaz kıldılar. Tamam daha önce babam cuma namazlarına götürürdü beni ama böyle bir namazı ilk kez görüyordum. Kedimce eşlik ettim namaza enişteme bakarak.

Namaz bitip bile “Nereye götürüyorsunuz benim süper kahramanımı?” demeye bile kalmadan tuttular dört ucundan tabutun… Acı bir tesadüftür ki babam ile annem hacca giderken susmam için alınan simit bugün de yine uslu durmam için alınmıştı ama hiçbir ısırık alamadım o simitten. Çünkü o kadar hızlı gelişiyordu ki her şey, yetişemiyordum küçücük boyumla. Daha şimdiden iki metreye yakın boyuyla, kaslarıyla Cıvatacı Nuri Usta’yı yani babamı özlemiştim ben. Beni dizine oturtup “aslanım” demesini ki bunu hasta olduğundan beri yapamamıştı… “Git çay demle kerata!” demesini ve hatta beni dövmesini bile özlemiştim Nuri Usta cami avlusundan çıkıp bilinmeyene doğru giderken.

Mezarlığa geldiğimizde mezar taşını gördüm, Ahmet abi hazırlamıştı. Bir gün önceden dayımla Ahmet abinin yanına gittiğimizde “Bana ne, benim adım da yazacak o taşta. Hasan oğlu Nuri Başdemir yazsın” demiştim çocukça bir inatla. Ahmet abi de bizim Cengiz Usta’nın çırağı, bahsettim size önceki öykülerde.

Mezarlığa varınca hafiften gülümsedim “Hasan oğlu Nuri Başdemir” yazısını gördüğümde Arapça yazılmış besmelenin altında. “Hasan oğlu Nuri Başdemir, Doğum: 1940, Ölüm: 1994, Ruhuna Fatiha… Bir an yanaklarımda o gülümsemeyle öylece kalakaldım. Sözü geçmiş, zafer kazanmış bir kahraman… Ama bu  zaferden hiç memnun olmayan bir kahraman…

Babamı gömdüler… Ben de kepçemle toprak taşıdım başında oynayarak mezarın. Bir an önüme bir kürek koydu biri. Küçük bedenim zor taşısa da o küreği, dayımın yardımı ile iki kürek de ben toprak attım mezara. Aslında babamın hayallerine toprak atıyordum ben orada. Bir yandan da kendi hayallerimi çıkarıyordum topraktan.

Babam, öldü… Yıkandı… Toprağa verildi… Hayaller yer değiştirdi tıpkı şiirdeki gibi… Yazarken bile bu öyküyü o anlara döndüm. Daha önce Nuri Usta’ya çok şiir yazdım. Hatta birini yazdığımda da yine o güne dönmüştüm ve “Artık senli bir şiirim var babam” demiştim. Şimdi senli öyküm, öykülerim var babam…

Babamın Hayalleri

Adın gibi iki heceydi baba demek.

Çok da zor değildi o yaştaki bir çocuk için

Ama zordu, zor geliyordu o zamanlar

Senin istediğin gibi davranmak.

 

Benim bir babam vardı, biliyorum.

Yüzünü hala dün gibi hatırlıyorum.

Yanındayken korkudan bembeyazdım

Ama babaydı işte ya!

Bazen de onun yanındayken tozpembeydi dünyam.

 

Babamlı zamanlardan hatırlamadığım

Tek hafıza maddem hayallerim.

Ya hayal kurmayı bilmeyecek kadar küçüktüm

Ya da babam varken hayallere ihtiyaç duymadım.

Yine de zorlayarak kendimi

Yedi yaşıma döndüm bu gecelik.

O yaşta babam yanımdayken,

Varlığı hala sıcakken

Neler hayal ederdim diye düşündüm.

Babamla maç tartışmaları

İlk kız arkadaşımı tanıştırmayı…

Ya da karşılıklı iki duble içerken,

Bir yandan da hayattan bahsederken,

En baba arkadaşım olmasını…

Yok yok! Hayal edemezdim tüm bunları

Zaten o varken, elimden tutarken

Hayallere ihtiyacım olamazdı.

 

Her çocuğun o yaşta bir süper kahramanı vardır.

Benimkisi babamdı!

Büyüktü, çalışkandı, hatırı sayılır adamdı…

Mutlaka onun da hayalleri vardı

Yalnız biliyor muydu acaba

Hayallerinin yarım kalacağını?

Onun hayallerinde ben vardım, bilirdim.

Ama o bilir miydi acaba

Hayallerinde başrol alan küçük oğlu

Onun hayalleri gibi mi büyüyecekti?

Yoksa kendi hayallerine mi kapılıp gidecekti?

 

Baba!

Çocuktum ya sen gittiğinde

Mezarının yanında bile oynuyordum,

Çocukluğumun verdiği maskeyle.

Aslında ben orada, o maskenin altında

Farkında olmadan büyüyordum.

Seni, benli hayallerinle toprağa gömerken

Ben, kendi hayallerimi çıkardım topraktan.

Seninkilerden çok da farklı değildi.

Tek farkı benim hayallerim artık sensizdi!

Böylece benim hiç senli hayallerim olmadı

Şimdi artık senli bir şiirim var babam!…

 

Ve artık senli hikâyelerim de var…

 

Mekânın cennet olsun koca yürekli adam…